Google Play Store
App Store

İslamcı hareket iktidarı “demokratik” yollardan, daha doğrusu sandık marifetiyle bırakmayacağının işaretini birçok kez vermiş bulunuyor. Eğer toplumun ilerici güçleri gereğini yapamazsa, ülke daha da uzun sürecek bir totaliter rejimin ardından felakete sürüklenecektir.

Siyasal İslam’ın mantığı

İnsanlar merak ediyor, Erdoğan-AKP iktidarının aldığı kararların arkasında bir mantık, rasyonel bir gerekçe ya da herhangi bir metot (yöntem) var mı? Bu soruya verilecek tek yanıt ‘hayır’ olacaktır. Çünkü ne ilk bakışta ne de son analizde bu kararların akılcı bir gerekçesi, altta yatan bir metodu yok. Bu nedenle Erdoğan’ın, Türk ekonomisinin yıkıcı bir yeni krize savrulmasını tetikleyen son faiz indirme kararıyla ilgili tartışmalarda bu olgu dikkate alınmalıdır.

Anımsayalım, Erdoğan, “Bu konuda Nass (Kuran’ın hükmü) ortada. Nass ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor. Olaya buradan bakacağız ve ona göre de adımımızı atacağız" dediğinde, olayın arkasında rasyonel bir gerekçe arayan kesimler, “ne diyor” diye şaşırmıştı. Oysa şaşıracak bir şey yoktu. İslamcı iktidar artık hazırlık dönemini geçtiğini ve bir inşa döneminde olduğuna inanıyordu. Yani, yeni bir devlet, şeriata göre yönetilecek bir ülke kurma aşamasına girildiğini düşünüyordu.


Özetle, faiz kararında gerekçe teolojiktir. Evet, çok şaşırtıcı ama böyle. Teolojik literatürü dikkate alan bir perspektiften bakılmadığı sürece, AKP iktidarını bazı kritik adımlarını anlamak mümkün değildir. İslamcı hareketin ülkeye el koyduğu unutulmamalıdır. Seküler dünya tarafından hep hafife alınan takiye –ki İslamcıların siyaset yapma tarzının eksenini oluşturur- gereği daha önce alınan bazı kararlar ve uygulamalar kimseyi yanıltmamalıdır.

İstim arkadan geliyor. Hep öyle oldu. Önce kararlar alınıyor, gerekçe sonradan geliyor. Arkadan gelen gerekçe ise, daha çok rasyonel düşünen seküler dünyayı, iktisadın ve toplumun işleyiş yasalarına şu ya da bu düzeyde aşina olan kesimleri ikna etmeye, onlardan gelecek tepkileri yumuşatmaya yönelik oluyor.

Oysa islamcı hareket akıl ve bilim merkezli bir bilgi anlayışını reddediyor, onun yerine inanç merkezli bir bilgi anlayışı koyuyor ve bunu esas alıyor. Olayın temelinde bu olgu yatıyor. Tıpkı Ortaçağ’da olduğu gibi, iktidar dogmatik değerler dünyasına yaslanıyor. İnanç merkezli bilgi ve bu bilgiden üretilen ilimle (bilim değil, ilim) devleti, toplumu, ekonomiyi, siyaseti, yargıyı, eğitimi, sağlık hizmetlerini, dış ilişkileri vb. yönetmeye çalışıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı bir Ortaçağ arızasıdır. Ortaçağı moderniteden ayıran yegâne olgu/durum budur.

AKLI VE BİLİMİ REDDEDEN İNANÇ MERKEZLİ YÖNETİM

İslam dünyası, bin yıldır inanç merkezli bilgi anlayışını benimseyen, akıl yerine nakli, yani tanrı kelamı olan kutsal sözü, vahiyi esas alan, bunun dışındaki her arayışı kâfirlik sayarak reddeden bir çizgi üzerinde ilerliyor. Bu olgu dikkate alınmadan, yani bağlamından koparıldığında İslamcı hareket ve iktidarların izlediği siyasetleri ve birçok uygulamasını tam olarak kavramak mümkün olmuyor. Foucault’un dediği gibi; bağlamı olmayan gerçeklik yoktur.

İmam Gazali (1058-1111) inanç/tanrı merkezli bilgi anlayışını 11’inci yüzyılda sistematik bir teolojik öğreti haline getiriyor ve içtihat (yorum, güncelleme) kapısını kapatıyor. İslam dünyasının yüz milyonlarca insanın akıl çağını kaçırmasının ve kendi ortaçağını aşamamasının temel nedeni budur. Müslüman dünya hâlâ devam eden, kendisine özgü karanlık bir Ortaçağın içinden geçiyor. Bu dünyanın neredeyse tek istisnası Cumhuriyet Türkiye’siydi.

İslam dünyasında Cumhuriyet Türkiye’sini izleyen ülkeler vardı. Bunların tamına karşı, emperyalizm destekli küresel bir gerici saldırı yürütüldü. Çünkü zengin enerji yataklarının üzerinde oturan, akıl ve bilim çağını yakalamış, modernleşmiş toplumları yönetmek de sömürmek de üzerlerinde bir hegemonya oluşturmak da zordur. O nedenle, küresel sermayenin serbest dolaşımının ve talanının önünde siyasal, ideolojik ve ulusal engel oluşturan, tarihsel bakımdan görece burjuva demokratik nitelikli rejimleri bile yıkmaya çalıştılar. BOP’un da ılımlı İslamcılığın da anlamı buydu.

REJİMİ DEĞİŞTİRME HIRSI DEVAM EDİYOR

Giderek derinleşen bir meşruiyet krizi yaşayan iktidar, kumpas, hile, siyasal sahtekârlık ve örtülü darbe ile başladığı rejimi değiştirme ısrarını sürdürüyor. İslamcı hareket, zaten 70 yıldır içi boşaltılmış olan Cumhuriyeti bütünüyle tasfiye etmek ve dinci-faşizan bir rejim kurmak için bütün şartları zorluyor. Bu bağlamda, Cumhuriyetin 100’üncü yılına denk gelen 2023 seçimlerinin simgesel bir anlamının olduğu anlaşılıyor. Toplum geriliyor.

Ülkede iki eğilim gelişiyor: birincisi umutsuzluk ve neredeyse her şeyin bittiği şeklindeki bir tür teslimiyetçi ruh hali. İkincisi ise, kendiliğinden gelişen ve güçlenen direniş eğilimi. Birinci eğilim yaygın olmakla birlikte, henüz toplumsal ruh halini bütünüyle belirlemiş değil. Diğeri, yani toplumun direnmeye ve tarihsel kazanımlarını korumaya istekli kesimleri ise giderek kararlılık kazanıyor.

DEMOKRATİK HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDE ISRAR

Öyle ki, 19 yıldır iktidar olan, devleti ele geçiren İslamcı hareketin bütün baskılarına, ideolojik kuşatıcılığına ve rant dağıtım düzenine ve “sadaka kültürü” yöntemiyle kendisine bağladığı kesimlere karşın, sağı ve soluyla toplumun yarısından çok fazlası teslim olmamakta direniyor. Bu kesimleri birleştiren eksen cumhuriyetçilik, yani akıl/bilim merkezli bilgi anlayışı oluyor. Diğer bir ifade ile laiklik ve modernleşmenin kazanımlarına bağlılık, çağdaş yaşam tarzında ısrar –ki bu demokratik hak ve özgürlüklerde ısrar demektir- direnişin eksenini belirliyor.

BASKIYLA SİYASAL ÖMRÜNÜ UZATMAK İSTİYOR

Yukarıda özetlediğim bu tablo, Türkiye’nin çok katlı ve çok yönlü bir krizin içinden geçtiğini gösteriyor. Her an kontrolü kaybetmenin eşiğinde duran Erdoğan-AKP iktidarı tehditle, baskıyla, hileyle, şantajla siyasal ömrünü uzatmak istiyor. Bu nedenle sürekli yeni yol arkadaşları bulmaya, yeni ittifaklar oluşturmaya çalışıyor.

İslamcılar için önemli olan kazanmaktır. Hangi yol ve yöntemle olursa olsun kazanmak… Bu nedenle AKP iktidarı, 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmaya çalışacaktır. Eğer kazanamayacağını görürse seçimleri ertelemek ya da iptal etmek için her yolu deneyecektir. Önemli olan rejim değişikliği sürecini tamamlamak ve geri dönüş eşiğini aşmaktır.

AKP, SONSUZA DEK SEÇİMDEN KAÇAMAZ

Ancak, AKP’nin sonsuza kadar seçimlerden kaçması mümkün değildir. Çünkü tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Tarihsel, kültürel, ahlaki ve siyasal bir meşruiyeti kalmayan iktidarın seçimleri yaptırmama şansı yoktur. Yani “milletin değerlerini” temsil ettiği iddiasını elinden bırakmayan AKP ve İslamcı hareketin istese de seçim yaptırmama gücü bulunmamaktadır.

Geçen yazımda AKP iktidarının ansızın çökebileceğini, bu siyasal gelişmenin hiç beklemediğimiz bir şekilde her an gerçekleşebileceğini belirtmiştim. Dolayısıyla, ülke hiç beklenmeyen bir anda seçimlere de gidebilir demektir. Durum böyle olunca, altını çizmekte yarar görüyorum; olası seçimlerde yapılacak en önemli şey -ki 2022’de bir erken seçim yapılabilir- sandık sonuçlarının kaderini Yüksek Seçim Kurulu’na bırakmamaktır. Çünkü Yüksek Seçim Kurulu’nun bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hukuka bağlılığını sağlamadan bu ülkede hiçbir seçim güvenli, dürüst ve adil olmayacaktır.

Diğer taraftan, sol uzunca süredir geri çektiği demokrasi ve sandık eleştirisini güncellemelidir. Çünkü genel ve eşit oy hakkı insanlığın büyük bir kazanımı olmakla birlikte, seçimlerin son çözümlemede kurulu düzeni yeniden üreten, ona meşruiyet sağlayan bir niteliğinin olduğu unutulmamalıdır. İnsanlığın ilerici birikimini ve kazanımlarını reddeden, onu yok sayan hiçbir rejim, sadece seçim yapılıyor diye demokratik olmayacaktır.

BU TEHDİT VE SİNDİRME GİRİŞİMLERİ BOŞA

İslamcı hareket iktidarı “demokratik” yollardan, daha doğrusu sandık marifetiyle bırakmayacağının işaretini birçok kez vermiş bulunuyor. Öyle ki, iktidar ve yandaş medya tarafından muhalifler, aydınlar, siyasetçiler, ilerici kanaat önderleri, sözcüleri ve partileri tehdit ediliyor. Gözleri korkutulmaya, sindirilmeye çalışılıyor. Öncelikle bu tehdit ve sindirme girişimleri boşa çıkarılmalıdır.

Bu nedenle Türkiye solu, aydınları, cumhuriyetçileri CHP’yi ve HDP’yi kapsayacak bir perspektifle toplumdaki direniş eğilimi ile buluşmalıdır. Ona asgari bir program ve örgütlü bir nitelik kazandırmaya çalışmalıdır. Sol, bu tarihsel kesitte CHP’yi dışlayarak, suçlayarak, aşağılayarak, karşıya alarak değil, dinci-faşizan diktatörlük girişimine karşı onun örgütü ve tabanıyla buluşarak birlikte mücadele etmenin zeminlerini yaratmalıdır. Aynı şey HDP için de geçerlidir.

Eğer toplumun ilerici güçleri gereğini yapamazsa, ülke daha da uzun sürecek bir totaliter rejimin ardından felakete sürüklenecektir. Tarih toplumun ilerici güçlerini harekete geçmeye çağırıyor. Tarihin çağrısına uymayanlar, onun cezasına razı olurlar. Tarihsel deneyimi yaşarken anlamını kaçırmamalıyız.