Siyasete küsebilir miyiz?

Seçim sonuçlarının muhalif halk kitlelerinde oluşturduğu moral bozukluğuna, muhalefet partilerinin liderleri ve yöneticilerinin açıklamalarıyla birlikte öfke de eklendi. Seçmen, AKP iktidarından kurtulmak için zoraki oy verdiği siyasilerin şimdi de yenilgiyle alakalı keyfe keder yorumlarına maruz kalıyor. TV’ler izlenmese bile bu demeçler sosyal medyada ansızın insanların önüne düşüyor. Bu şartlarda bile iktidara seçim zaferi hediye etmeyi başaran düzen muhalefetinin unsurları, mağlubiyetin analizini de en iyi kendilerinin yaptığını sanıyorlar ama toplumun nasıl bir ruh haliyle siyasete baktıklarıyla pek ilgilenmiyorlar.

Böylesi bir atmosferde muhalif taban gencinden yaşlısına gün geçtikçe gündemden ve siyasetten uzaklaşıyor. Muhalefetin sürekli bahane üreten haline bakınca bu tepkiye hak vermemek mümkün değil. Ülkenin acil sorunları yerli yerinde dururken hâlâ iç tartışmalardan sıyrılamamış, birbirine vurma telaşına düşmüş, esaslı ve gerçekçi bir özeleştiri vermek yerine önemsiz detaylara takılıp kalmış öznelerin halka umut olabilme şansı elbette ki olamazdı.

Düzen muhalefeti henüz vakıanın ciddiyetinin farkına varamadı. Siyasilerin sözlerine ve eylemlerine bakınca, toplumdaki geri çekilmenin gelip geçici bir refleks olduğu değerlendiriliyor sanki. Belki de içten içe “Seçim yaklaşınca herkes AKP karşısında konsolide olur, yine gelir tıpış tıpış bize oy verirler” diye hesap yapılıyor. Oysa kabul edilsin ya da edilmesin, muhalefet derin bir güven krizi yaşıyor ve eski alışkanlıklarını sürdürerek bu sorunu aşabilmesi zor.

Büyütülen değişim umuduna rağmen, ülke tepetaklak olmuşken bile gidişata dur diyemeyen muhalefetin seçmene artık inandırıcı gelmemesi normal. Bu psikolojinin oluşmasında, Türkiye’de siyasetin seçimlerden, yurttaşların ise seçmenlerden ibaret görülmesinin, iktidarın ve muhalefetin el ele vererek demokratik alanı daraltmasının büyük payı var. Yurttaşın elinde tek mücadele aracı olarak sandığa oy atma ‘eylemi’ kalır ve en büyük fırsatta bile olumlu netice alınamazsa, insanlardan içe kapanmaktan fazlası beklenemez. Fakat, her ne kadar haklı gerekçeleri olsa da bu tepkinin bir çözüm olmadığı bilinmeli.

Muhalefete olan tepkinin genel anlamda siyasete dönük bir bıkkınlık haline dönüşmesi, politik meselelerin artık tartışılmaya değer görülmemesi ve memleket gündemine karşı kayıtsızlık, üzerinde durulması gereken bir olgu. Düzen muhalefetine yönelik eleştiri son derece haklı olsa da Türkiye’yi girdaptan çıkaracak olan yurttaşların politikadan uzaklaşması olamaz. Çünkü zaten işleri bu noktaya getiren, kitlelerin tribüne yollanması ve sahadaki performansları alkışlamasının istenmesiydi. ‘Tribünler’ şimdi sırtlarını sahaya dönmüşken, yapılması gereken olay yerini terk etmek değil, bizzat sahanın içine girmek, yeni ve dönüştürücü bir siyasetin şartlarını zorlamaktır.

Biz istesek de istemesek de hayatımızı belirleyen siyasetin ta kendisi. Nasıl bir ülkede yaşadığımız, sahip olduğumuz (ya da olamadığımız) özgürlükler, haklar ve refah seviyesi, siyasi karar vericilerin politik faaliyetlerinin ürünü. Politika halkın demokratik baskısından ne kadar azade olursa, politik kararlar da halkın çıkarlarına o kadar aykırı olur. Halk, alanı profesyonel siyasetçilere bırakırsa ülkenin geleceği hal işte bugünkü Türkiye’dir.

Bazı muhalif siyasetçilerin vaziyetten ne kadar şikâyetçi oldukları dahi muamma. Birileri gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyor mu yoksa düzenin içinde “muhalif” sıfatıyla bir koltuk kapmayı yeterli mi buluyor? Vekalete dayanan siyaset yapma biçimi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iflas ediyor. Yaşadığımız, temsili demokrasinin iflasının semptomları. Ancak siyasete tavır almak şartları değiştirmeyecek; bilakis, ülkeyi bugünkü halinden bile daha kötü bir noktaya götürecek.

Halkın öz örgütlülüğüne dayalı, söylemlerden ve süslü cümlelerden ziyade alanlardaki gerçek mücadelelere dayanan, bireylerin ağzına bakmaktansa kolektif sorumlulukla hareket eden, durağan değil dinamik, bekleyen değil anbean irade koyan, meydanlardaki varlığıyla kendini temsil eden bir muhalefet çizgisidir esas ihtiyaç. Yani gerçekten siyasettir.

Siyasilere tepki verilebilir, çağın ihtiyaçlarına cevap vermeyen siyaset yapma biçimleri yerden yere vurulabilir ancak siyasetten kaçılamaz. Yanlış tedavi nasıl tıbba, bilime güvenmekten vazgeçmeyi gerektirmemeliyse, yanlış strateji ve yöntemle yürütülen siyaset de politikadan uzaklaşmayı gerektirmemeli. Lenin ne diyordu? “Eğer siyasete müdahale etmezseniz, siyaset hayatınıza müdahale eder.”