“Sosyal bir tür olarak, hayatta kalmak için diğer insanlara da ihtiyacımız var.”

Bu cümle neurosciencenews.com sitesinde yayınlanan bir araştırma haberinden.

Covid-19 tecritleriyle hayatımıza giren “sosyal izolasyon” konusu bizi pek çok farklı alanda olumsuz etkilemekte. Viyana Üniversitesi’nden Ana Stijovic’in yaptığı araştırma özetle, sosyal izolasyona maruz kaldığımızda enerjimiz düşmekte.

Yapılan araştırmada pek çok farklı ortamda da enerjimizi düşürecek sonuçları ortaya koymuş. Örneğin; İş yerimizde farklı insanlarla aynı ortamda olsak bile yoğun iş tempomuz, masadan kalkmadan çalışılan saatler ve mesai bittiğinde çıkıp eve gitmek gibi bir rutini yaşayanların da enerjilerinin ciddi anlamda düştüğünü göstermiş. Aslında görülüyor ki kalabalıklar içerisinde olduğumuz anlarda bile çok yalnız kalınabiliyor. Enerjimiz düştüğünde neler oluyor? Aslında baktığımızda hayat kalitemizin de düştüğünü söylemek yanlış olmaz. İlk girişte yazdığım gibi, hayatta kalmak için diğer insanlara da ihtiyacımız var. Bir farkla, aynı havayı soluyarak belli bir ortamda yan yana olmanın ötesinde bir yoğunlukta ihtiyacımız var. Sohbet etmek, dertleşmek, şakalaşmak, okuduğumuz bir kitabı, izlediğimiz bir filmi, diziyi anlatmak, bir şeyler içmek, belki sıkıntılarımızdan bahsetmek, karşımızdaki insanın problemlerini, başarılarını, anılarını konuşmak hep insanlığın getirdiği özel bir iletişim seviyesi değil mi? Biz bunları ne kadar yapabiliyoruz? Ne kadar enerjimiz var? Ne kadar mutluyuz? Bunlar hayatta kalmamız, hatta hayatımızın bir anlamı olması için çok önemli değil mi?

Gelelim teknolojiye… 

Mevcut şartlarda sosyalleşme seviyemiz, ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden ve onun sınırlarında değil mi? Pek çok kişi için en azından öyle olduğunu çevremizden görebiliriz. Özellikle gençlerin bu durumda olduğunu söylemek için öyle etraflıca bir araştırma yapmaya gerek yok. Eski usul iletişimi bilenler bu yeni usul iletişimden genellikle pek haz etmiyor. Çok haksız sayılmazlar. Benim yaşlarda ya da teknolojiyle iç içe olanlar biraz daha anlayabilir. Bu arada ben 50 yaşına yeni bastım. Benim gibi olanlara hibrit nesil diyebiliriz. Biraz analog biraz dijital. Ancak gençler tamamen dijitalleştiler. Genç ve orta kuşak olarak doğru sosyalleşememenin verdiği sıkıntıları pek çoğumuz yaşıyoruz aslında. Bu enerjimizin neden olmadığını, yaşam şartlarının ağırlaşmasıyla birlikte mutsuzlaştığımızı hatta bunun çarpan etkisiyle daha da enerjimizin bittiğini görüyoruz, yaşıyoruz. Bu döngüyü kırmak için elimizden geleni her şeye rağmen yapmak zorundayız. Birbirimizi tedavi etmek, el vermek, omuz vermek zorundayız. Pil bitmeden kendimizi toparlamalıyız. Genç, orta kuşak için durum bu şekilde ama ya çocuklar, yakında doğacak olanlar?

Gelmek istediğim nokta şu,

Tamamen dijitalleşmiş, sosyal izolasyonda olan bu gençlerin durumu ne olacak? Kimi bunu doğru kullanmayı ve bundan faydalanmayı çözmüş durumda ama ya çözemeyenler? Yakın geleceğimizin en büyük probleminin bu olduğunu düşünüyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorlar, kendilerini zorlamıyorlar, üşeniyorlar. Her şeyi dijital ortamda çözebileceklerini, çözülemiyorsa öyle kalsın diyebilecekleri bir alışkanlık içindeler. Şimdi bu sorun belki çok dert olmuyor çünkü hibrit anne, baba, teyzeleri sayesinde destekleniyorlar. Peki ya sonra? Dünyanın en ciddi sorunları hibrit nesil ellerinin altından gittiğinde yaşanmaya başlayacak.

Haydi biraz bilim kurgu senaryosu şeklinde ilerleyelim…

Dijitalleşen sosyalleşmeye bir boyut daha gelmiştir! Yapay Zeka…

Zaten birbirleriyle minimum temasta olan bu nesil hibrit büyüklerini kaybetmiş, çaresizlik içinde yaşamaya çalışmaktadır. Mutsuzluk ve üşengeçlik çağın en büyük hastalığı olmuştur. Hazır gıda ile beslenen bu tombik nesilde pek çok fiziksel sağlık sorunları baş göstermiştir. Yürüme kabiliyetleri bitmek üzere olan bu neslin akıl hocaları, beyinlerine yerleştirilen yapay zekalı mürebbiyeler olmuştur. Enerjileri bitmek üzere olan tombiklerimiz çaresizce yapay zekalarını dinleyerek doğruyu bulmaya çalışmakta ancak üşendikleri için doğruyu yapmakta zorlanmaktadır. Üreme durma noktasına gelmiş, kendileri yaşlanmıştır. Hayatta pek çok işi yapay zekalı robotlar yapmaktadır. Çöpleri toplayan, ameliyatları yapan, savaşan, tarımla uğraşan, madencilik yapan hep robotlar olmuştur.

Bir gün gelir ve sadece robotlar kalır. Son tombik insan ölmüştür….

Film işte böyle biter. Tabi ki çok abartılı bir film ama adı üzerinde film. Hayal ürünü bir filmden gerçek yaşanmış bir hikayeye geçmemize çok az kaldı. Teknolojinin esiri olmadan, ondan faydalanan ancak fiziksel ve sosyal yetilerimizi sonuna kadar kullanmaya devam ettiğimiz doğru bir sistem kurgulanmak zorunda. Ülkemiz çok kritik bir seçime gidiyor. Bu seçimde derdimiz başka, demokrasiyi korumak istiyoruz. Bir taraftan da geleceğimizi riske atacak dijitalleşme şuursuzluğunu bir plana oturtmak zorundayız. Dünyanın en büyük teknoloji markalarının, zenginlerinin, üst düzey yöneticilerinin çocukları bizim çocuklarımız kadar yoğun teknolojiye emanet değiller. Bunu unutmamamız lazım. Geleceğin liderleri, yöneticileri, karar vericileri çocukluğunu çocuk gibi geçiren, sosyalleşen, enerjik ve atılgan gençlerden çıkacak. İklim, gıda, su ve enerji geleceğin en büyük sorunlar yumağı olacak. Bu sorunları çözmüş tombikleşmemiş nesillere ihtiyaç var. Sadece ülkemiz için değil, dünya için böyle olmak zorunda. Ülke olarak biz bu alanlarda kendimizi geliştirir ve pozisyon alırsak uzun yıllar sosyalleşebilir, enerjimizle kaliteli bir hayat geçirebiliriz.