İliğine kadar sömürülen, düşük ücretlerle giderek pahalılaşan bir hayata mahkûm edilen, borç çemberinde rehin alınan geniş halk kesimlerinin düzen karşısında en geniş eksende öfke ve isyanını biriktirdiği, en güçlü şekilde değişim talebini dile getirdiği bu dönemlere rastlayan seçim süreci, aynı zamanda siyasi partilere de bu talepleri gözeten bir program oluşturabilme şansı sundu.

Velhasıl yeniye doğru arayışın güçlendiği bugünlerde, Kemal Derviş’i ve bağlı bulunduğu anlayışı medyada daha sık görmeye başlamamız insana “pes” dedirtiyor.

Zira AKP’nin iktisadi rejimini K.Derviş’li 2001 krizi sürecinden bağımsız tanımlayamayacağımız gibi, bugünün sorumlularını da bu anlayışı ve kişilerini dışarıda bırakarak belirleyemeyiz.
Öncelikle hatırlarsak AKP, IMF’nin reçetelerini uygulayan DSP, MHP ve ANAP üçlü koalisyon hükümetine karşı gelişen tepkileri yukarıdan aşağı cemaat ağlarıyla örgütleyerek, iktisadi politikasıyla iç ve dış sermaye gruplarının desteğini arkasına alarak, bir siyasi parti için en ideal denilebilecek zamanda iktidara geldi. Varolan IMF patentli programı harfiyen sürdürmekle kalmadı, küresel konjonktürün salık verdiği küresel sermayeyi daha fazla çekebilmek adına sömürü, metalaşma, özelleştirme süreçlerini hızlandırdı. Ücretleri despotik bir biçimde baskı altında tuttu, hızlı tüketim hedefini borçlandırarak sağladı, ülkeyi değer üretmeden muazzam kazanç sağlayan finans-kumarbazlarının en uğrak yerlerinden biri haline çevirdi. Kısaca IMF stand-by dayatmalarıyla 2002’de dönemin neoliberal uygulayıcısı olan üçlü koalisyon hükümetine karşı tepkileri oya çeviren AKP, herhangi bir borç ilişkisi/dayatma olmaksızın aynı programı, daha şiddetli boyutlarıyla, devletin tüm olanaklarını kullanarak uyguladı. Kemal Derviş ve temsil ettiği akıl burada nerede duruyor diye soracak olursak, şöyle izah edeyim;

Arabası olanlar bilir, eğer aracınız gaza bastığınız halde sanki birisi geri çekiyormuş gibi zorlanıyorsa, gazı verdiğiniz halde yemiyorsa, çok yakıyor ama buna rağmen hızlanamıyorsa supap ayarına ihtiyacı vardır. İşte Kemal Derviş’in rolü de budur, sistemin yeniden sürdürülebilirliği için yapılan supap ayarıdır. “Banka batıklarının ayıklanması ve güçlü bütçe” şiarıyla hızlı özelleştirme, minimum kamusal harcama, küresel sermayenin önündeki tüm yasal, iktisadi engellerin temizlenmesi, denetim ve kontrolün neredeyse sıfırlanması gibi hedefler için uygun zeminin hazırlanmasıdır.

supap-ayarina-degil-yeni-bir-araca-ihtiyac-var-48254-1.

KRİZE ÇÖZÜM ARAMIYORUZ, YENİ BİR MODEL KURULMALI
Tablodan izlenebileceği üzere 2000-2001 arası büyümedeki sert düşüş, geldiği her kademede dış borç stokuna eklenen dış kaynak girişleriyle sağlandı. İlk işi memur maaşlarını düşürmek olan kamusal harcamaların kısılmasına ilişkin yürütülen mali disiplin kapsamında artık ülkenin “en borçlusu” özel sektör oldu. 2000’den 2014’e çoğu reel kesimin elinde bulunan özel sektör borcu 5 kat arttı. Enflasyon hedeflemesi sayesinde geçmiş yılların boyutlarına ulaşılmasa da, bulunduğu faiz seviyesine kıyasla hâlâ çok yüksek enflasyon üreten bir büyüme modeli oluşturuldu.Kaynak: DPT, TÜİK, MB

Kısaca izlenen büyüme modeli işsizlik ve enflasyon üreten, dış borç biriktiren, cari açık verdikçe büyüyen-büyüdükçe cari açık veren bir modeldir.

Dış tasarruflar gözetilerek oluşturulan bu model, şimdi dış tasarrufların 2008 kriziyle birlikte merkez ülkelere yönelmesiyle birlikte işlememektedir. İşlemediği yerde ise yine dış tasarruflara sarılarak sistemi yeniden yürütmeye çalışmak, bir başka supap ayarının ötesine geçmeyecek, üretilen sonuçları değiştirmeyecektir.

Yapılması gereken ise modeli ve bağlı bulunduğu anlayışı hayatımızdan kazımaktır.

İlk etapta yapılacaklar ise gayet basittir; gerekirse muazzam bütçe açığı verme pahasına kamu harcamalarını arttırarak sosyal hakları emekçilere sağlayacak, borçlardan kurtuluşu küresel finans sermayesine daha fazla imtiyaz vermede- mega rant alanları, özelleştirme fırsatları, ucuz işgücü gibi-değil, borçlu halkın gelirini yükselterek, üzerindeki vergi yükünü hafifleterek sağlayacak bir planı hayata geçirmektir. Böylesi bir plan, bugün emekçilerin insanca yaşam olanağı olacaktır.

Bu olanağı kullanarak ileride hayal ettiğimiz geleceğe daha yakın olabilmek ise… İşte o da bizlerin sorumluluğudur.