Her yere konan Ergenekon nihayet dün Gölbaşı’na da kondu. Susurluk sanığı İbrahim Şahin’in evinde bulunan bir krokiden hareketle, ODTÜ arazisinde bulunan bombalar, patlayıcılar...

Her yere konan Ergenekon nihayet dün Gölbaşı’na da kondu. Susurluk sanığı İbrahim Şahin’in evinde bulunan bir krokiden hareketle, ODTÜ arazisinde bulunan bombalar, patlayıcılar, lav silahları ve Uzi mermileri Susurluk’un kayıp silahları mı, henüz bilmiyoruz. Ancak, ister Susurluk silahları olsun ister başka silahlar, eğer ucu tutulup sonuna kadar gidilirse, buradan karanlık geçmişe doğru yol almak mümkün olabilir.

Solun yıllardır dillendirip durduğu kontr-gerilla, Özel Harp Dairesi ve derin devlet gibi kavramlara açılan kapılardan biri olabilir Gölbaşı. O kapıdan kararlılıkla gidilebilirse; Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, 1 Mayıs 77, 16 Mart, Susurluk, Malatya, faili meçhuller ve Hrant Dink gibi çok sayıda katliam ve cinayetin perdesi de aralanabilir.

Gölbaşı bir ilk değil. Daha önce de benzer bazı ipuçları ortaya çıktı. Askeri, polisi ve sivilleri de içeren, silah depoları olan, derin devlet denen bir iç savaş örgütlenmesinin ucu göründü. O ipuçlarının peşinden gidilmedi hiç!

Şimdi, televizyonda binden fazla insan öldürmüş olabileceğini ve hak ettikleri cezanın idam olduğunu itiraf eden Ayhan Çarkın’ın amiri, devlet adına 1.000 operasyon yaptığını söyleyen Mehmet Ağar’ın memuru, 1.000 operasyonda 4.000 kişiyi öldürmüş olduklarını ifade etmekten çekinmeyen Özel Harekat’ın şefi Şahin’in eylemlerinin kanıtı olabilecek silahlar ortaya çıkıyor. En azından, böyle büyük bir olasılık duruyor karşımızda. Bu, Ergenekon’u ciddiye almak, sonuna kadar gidilmesini istemek için önemli bir gerekçe.

Ergenekon konusunda toplumun bölündüğü, bu bölünmüşlüğün hemen her kesimde ve kurumda görüldüğü açık. Böyle zamanlarda, inanç sahipleri ve iman edenler huzur içindedirler. İman edenlerin, inananların kanıta da gereksinimi yoktur. İnanç her türden kanıttan daha güçlüdür çünkü. 

AKP’nin bir demokrasi gücü olduğuna ve bu operasyonla devlet içindeki antidemokratik yapıları ayıklayacağına inananlar, Ergenekon çerçevesinde yaşananları toptan öpüp başlarına koyarken; iktidarın ülkeyi bir şeriat rejimine götürdüğüne inanıp, bunu engellemek için darbenin bile mübah olduğunu düşünenler de her şeyi tu kaka edebiliyorlar. Huzur içinde...

Kafasında binbir soru dolaşan biri olarak o “huzur”u “kıskanmıyor” da değilim. Yapılmış bir darbenin liderine dokunmayı akıllarına ge tirmeyenlerin ülkeyi  demokratikleştirebilecek-lerini düşünemiyorum. En üst düzey komutanların gözaltına alınmasının, ki bunlar Genelkurmay’ın onayı/izni ile oluyor, bir iktidar içi çatışmanın işareti olduğu, ordunun belki de “ABD’ye karşı Rusya ile flört”ten söz eden “ulusalcı” bir damarın tasfiyesine göz yumduğu analizleri duruyor aklımın bir yanında. Yeni Şafak’ta kendisini “bir Müslüman” olarak tanımlayan Yusuf Kaplan’ın da bir süre önce sorduğu; “ABD’nin 50 yıldır kullandığı ama artık işi biten bir yapı, ABD için küresel ölçekte daha kullanışlı başka bir şebekeyle değiştirilmek mi isteniyor?” türünden soruları es geçemiyorum.

Gölbaşı’nda silahları ortaya çıkaran bir operasyonun, aynı zamanda, herkesin dinlendiği, AKP muhalifliği öne çıkanların da toplandığı, insanların uzun süre neyle suçlandıklarını bilmeden gözaltında tutulduğu bir operasyon olmasından dolayı endişe de duyuyorum. Her iki tarafı da demokrat olmayan bir çatışmanın, iktidar içi bir çatışma olarak kalacağını ve yapısal bir dönüşüme yol açmayacağını biliyorum...

Anlaşılan, toplumun önemli bir kesimi de böyle hissediyor. Şimdi, son derece etkin liberal çevrelerin bunca gayretine karşın, hâlâ “sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık” ruh halinin ortaya çıkmamış olması bundan olmalı.

Derin devlete karşı mücadelenin derin ve güçlü bir toplumsal destek olmadan yürütülmesi de olanaksız. Bunun için, herşeyden önce, Ergenekon’da bir türlü göremediğimiz ikna edici bir şeffaflık gerekiyor.

Gölbaşı’nda açılan yoldan ilerlenmeli, şeffaflıkla ve o yolu olur olmaz yollarla karıştırmadan. Bir yere varılmak isteniyorsa!