Aynı takadayız. Takanın adı da yıllar içinde “Takanik” oldu. Kaptan bu adın aslında “havalı” bir isim olduğunu düşünmekte. “Dünyanın en büyük ve heybetli yolcu gemisidir bu!” diye kendi kendine hava atmakta. Oysa ki az tarih bilse, -tarihi de geçtim- bir fincan dolusu genel kültüre sahip olsa, Titanik’in ilk seferinin nasıl sonlandığını, geminin ortadan ikiye yarılarak denizin buz gibi sularında battığını ve yolcularına mezar olduğunu da bilebilirdi ama işte bizimkisi bilmiyor. Bizimkisi zaten üzerinize afiyet bir değişik. Yani herkes değişiktir tabii de bizimki zamanla iyice değişti, değiştikçe değişti, bambaşka bir şey haline geldi. Gündüzleri ve geceleri hayaller görüyor. Halüsinasyon diyebilse, diyebilecek ama onu da bilmiyor. Gördüğü her şeyi gerçek, görmediği şeyleri ise yok sayıyor. Yıllar içinde değişe değişe Carpenter’ın The Thing filminin sonundaki şeye benzedi ruh hali iyice. Bir dediği bir dediğini tutmuyor, cümlesi bitene kadar fikri değişiyor neredeyse…

Ama neyse ki iyi alıştık. Hani bazen çok kötü kullanan bir sarı öfkeye binersiniz de -hoş artık taksiye binebilmek için bile 90 liranız olması gerekiyor- yol boyunca, şoförün saçma hareketlerine alışır, yeri gelir siz de direksiyon başındaki yoldaşınızla birlikte yolda yolunuza çıkan araçlara küfür edersiniz ya. İşte bizimkisi de onun gibi oldu. Takanın inşasında yer alan vatandaşlar şu anda çok mutlu. Kaptan ne derse kabul edip, onaylıyorlar, hatta “777, okudum onayladım” diyorlar içlerinden. Teknenin yarısı kaptanına aşık. Kaptan da aşık olunmayacak gibi değildi ama eskiden. Eser gürlerdi. Teknenin yelkenleri pırıl pırıl, motorları şıkır şıkır, dümeni tıkır tıkır işlerdi. Sonra kaptanın iş arkadaşlarıyla arası bozuldu. Bir şeyleri paylaşamadılar. Takada isyan çıktı. Kaptan da herkesi tekneden döktü. Yıllarca kaptana “Kaptan bu ekip sağlam pabuç değil” diyenleri de ambarlara kapattı…

Takanik’in denize indirilişine dair de rivayetler var ama ben size en çok bilineninden ve gerçeğe en yakın olanından bahsedeceğim. Malum bu taka Karadeniz’in sert sularına dayanabilen ve hepimizi taşıyabilen bir tekne olarak planlanmadı zaten. Amacı hiçbir zaman herkesi taşımak değildi ama güzel ve planlı bir şekilde taşıdığı herkesi de iyi taşımak üzere planlanıyordu. Her efsane gibi bu deniz aracının da inşaatı bir garip başlamıştı. Kaptan nedense kimseye güvenmeyip tekneyi evinin alt katında birleştirmişti. Tabii gün gelip de takayı denize indirmeye gelince, maalesef evini de yıkmak zorunda kaldı. Evinden elinde kalan bir tek yüzüğü vardı. O zamanlar parayla pulla işi yoktu zaten kaptanın. Yüzük de çok para etmezdi ama bir hayali vardı. Takasıyla, Takanik’le insanları sellerden, taşan nehirlerden, ummanlardaki dev dalgalardan korumak istiyordu. Yola da böyle çıktı ama hep bir yerde bir yanlışlar yapıyor, ne olursa olsun yine de işleri rayında gidiyordu…

Gel zaman git zaman, denizde olmanın insan ruhundaki başkalaştırıcı etkileri kaptanı vurmaya başladı sanki. Zaten kaptan onca yıldır deniz kıyısında yaşamasına rağmen, nedendir bilinmez, yüzme bilmiyordu. Bırakın denize girmeyi, yakınlarının aktardığına göre duşta bile tedirgin olur “Birisi beni boğduracak, çıkartın beni bu kabinden!” diye naralar atarak kabir azabı kadar olmasa da, yaşarken bile kabin azabı çekermiş. Dediklerine göre zaten her şeyin başı ve ayın karanlık yüzünün kendisini göstermesinin sebebi de bu kaygılarıymış… Tabii böyle bir ruh haline girince, günden güne akli melekeleri de aklını tutamadı kafasında… İngilizlere ünlü, bizim ise sadece entellerimizin bilebileceği şair Samuel Taylor Coleridge’in “Yaşlı Gemici” şiirindeki gibi günden güne bir hallere girer, takaya zorlu günlerde yol gösteren yelkovan kuşlarına da saldırmaya başlar. Doğanın ortasında, doğaya düşman olur kaptan. Zaten o günden sonra ne kimseyle konuşur, ne kimseyle görüşür. Yanında, sadece zamanı geldiğinde yerine geçmek isteyenler ya da güce yakın olmakla güç sahibi olacağını düşünenler kalır. Kaptan kendisini odasına kapatır, Takanik’i de yıllarca, denize, rüzgara, dalgaya bakmadan idare eder.

Takanik’in sonundan bir süre önce kaptan kendini cankurtaran ilan eder. Yüzme bilmeyen ilk cankurtaran olur törenlerle ama kimse bu konudan bahsetmez. “Evet” derler, onaylarlar, sahteden alkışlar ve gülümserler yağlı bıyıklarının arkasından.

İlginçtir ki Takanik, bir gün limana bağlanmışken, üç tarafı denizlerle çeviriliyken, onca yıldır bakımsız kalmanın verdiği yetkiye dayanarak çürümüştür. Sonunda bir gün gelir çürüyen tahtalar birbirlerini daha fazla tutamaz ve Takanik, Titanik gibi ortadan ikiye ayrılır.