2022 yılında bir seminerler dizisinde İBB Genel Sekreter Yardımcısı sevgili Mahir Polat’tan dinlediğim bu ifade oldukça ilgimi çekmişti. Hatta o seminerin başlığıydı ve taş üzerinden Alevi geleneğinin bazı özgünlükleri anlatılmıştı. Bütün anlatıları üst üste koyduğumuzda taş, özellikle inançların biçimlendirdiği geleneksel hayatın merkezine oturuyordu.

Bir nesne olarak taş, öyle çok fonksiyonlar yüklenmiş ki, onu ancak ‘taşla oynadığınızda’ fark edebilirsiniz. Taşla oynamak da sözcüğün iki anlamındadır. Hem köylerde büyüyen tüm çocukların gerçekten ilk oyun araçlarından birisidir, hem de sonsuz oyun imkânı veren bir tür sosyal bilim malzemesidir. Mezarların baş aksesuarı gibidir mesela. Bütün öykü onunla dile gelir. Bu yüzden taş yoksa mezar da yoktur. Anadolu’nun pek çok yerinde; ortasında bir şekilde delik açılmış kayalıklar vardır ve “içinden geçme” sınavı için kullanılır. Geçebildiğinizde kalbinizin temizliğine, geçemediğinizde ise olasılıkla örtük günahlarınıza hükmedilir. İlginç olan taşın yüzyıllar boyu insanları adil olmaya terbiye etmiş olmasıdır. Kanunla, hapishaneyle, yasaklarla olmayacak bir kendine özgü terbiye hali.

∗∗∗

Bir tür kutsal nesne olarak taşa ya da kutsal bir mekânın taşına, koruyucu işlev yüklemek ise bu sosyolojinin bir başka yüzüdür. Kutsal kabul edilen bir coğrafyadan alınan herhangi bir küçük taş parçası bireylerin ceplerinde, çantalarında müstesna ve görünmez şekilde taşınır. Alevi geleneğinde “teberik” denir buna. Teberik’in bireyleri türlü fenalıklardan koruduğuna inanılır. Böyle bir ömür bireylerle dolaşan “taş”lar vardır. Modern akıl bunu “hurafe” sayar ama bu durumun işaret ettiği sosyolojiyi anlamak için hurafe sözcüğü, gerçekte hiçbir şey söylemez.

Eskilerin “taş yerinde ağırdır” diye bir sözü vardır. Değişik topluluk kültürlerinde bireylerin gündelik hayat içindeki edimlerine işaret eder bu söz. Bulunduğu yerde sadece kendisi olarak kalmaz, bütün bir yapıyı sembolize eder. Ama bu sözün sahiden bir doğrudan anlamı da vardır. Anadolu’nun farklı kültürlerinde yapıların bir ortak özelliği, görünür köşe taşlarından birine, yapının inşa edildiği tarihin işlenmiş olmasıdır. Bazen başka bilgiler de işlenmiştir o taşa ve taş, yerinde kaldıkça aynı zamanda bir tarih aktarıcısı olur. Yerinden çıkarıldığında ise bir tarihsel yıkımın kanıtıdır. Hem de hiçbir kitabın anlatamayacağı kadar etkili bir kanıt. Mesela pek çok yerleşmede “yerinden çıkarılmış” kilise taşlarının, Müslümanlara ait köy evlerinin veya kamu binalarının duvarlarındaki eğreti hali buna işaret eder. Taş, bu haliyle tarihin sesine dönüşür.

∗∗∗

Modern insanın tel örgülerle, direklerle bir boydan bir boya çizdiği “sınırlar”ın, geleneksel hayat içindeki yegâne işareti taş’tır. Bir taş herkesin alanını belirlemiştir ve doğanın parçasıdır zaten. Mülkiyetin katı halini göstermekten çok uzaktır. Şimdilerde köy evlerinde bile devasa duvarlar üzerine örülmüş dikenli teller ve hatta şifre ile girilen havuzlu “köy evleri”ni görünce, gelenekte bir sınır işareti olarak “taş”, bambaşka bir önem kazanır.

Daha pek çok toplumsal ve kültürel özelliğini sayabiliriz taş’ın. Bütün bu özellikler bazı inanç geleneklerinde taşı bir kutsal nesneye dönüştürmüştür. Taş bu geleneklerde sadece koruyucu değildir, özenle korunması gereken bir varlıktır aynı zamanda. Bu gelenek taşın merkezinde olduğu doğayı da korunması gereken bir kutsal varlığa dönüştürür. Onu arzu ettiğiniz gibi tahrip edemezsiniz, yok edemez, ölçüsüz çıkarlarınızın malzemesine dönüştüremezsiniz. İnatlaşıp bunu yaparsanız bir zaman gelir, “taş kesilebilirsiniz”.

∗∗∗

Taşın sosyolojide üstlendiği işlevlere dair pek çok şey söylenebilir. Üstelik bunlar ‘tarihte kalmış’ hususlar da değildir. Bugün de hızla tahrip edilen dünyada yaşamın korunması ve gelecek nesillere aktarılması için geleneğin içinde yer alan ve modern aklın anlamakta kifayetsiz kaldığı dinamiklerden birisidir sadece. Annemin, kendi yaşadığı zulmün sınırsızlığını anlatan “taş olsaydım erirdim, toprak idim dayandım” sözü de modern aklın inşa ettiği zulme taş’ın dahi dayanmakta zorlandığını anlatır aslında. Çünkü modern akıl için sadece bir nesne olan taş, geleneğin ‘canı’ idi.