Hükümetçe fonun gerekçesinde kıdem tazminatından işçilerin yararlanamadığı yönünde açıklamalar yapılsa da asıl amacın “bir yük” olarak gördükleri kıdem tazminatından işverenleri kurtarmak olduğunu biliyoruz.

Tazminat değil tüm hakları tehlikede
Fotoğraf: AA

Hükümetin Orta Vadeli Programının (OVP) detayları ortaya çıktıkça araya sıkışanlar arasında karşımıza yine işçilerin kıdem tazminatı konusu çıktı. Ülkemizde neredeyse Cumhuriyet tarihi kadar eski ve kökleşmiş bir müessese olan kıdem tazminatının yaklaşık 50 yıldır da bir fona dönüştürülme çabası ile karşı karşıya olduğunu biliyoruz. 1936 tarihli ilk iş yasamızdan bu yana çalışma hayatımızda var olan kıdem tazminatı işçiler bakımından bir güvence olmasının yanında, yıpranmalarının da karşılığı olarak görülmekte ve vazgeçilmeyecek bir kazanım olarak ifade edilmektedir. Diğer taraftan kıdem tazminatı ilk iş yasamızdan bu yana aradan geçen 87 yıllık süreçte önemli değişimlere uğrasa da varlığını sürekli olarak muhafaza etmiştir. Bu değişimlerin en önemlileri de şüphesiz ki 1950 yılında getirilen kıdem tazminatından yararlanılmasının şarta bağlanılması ve 1980 darbesinin sonrasında cunta hükümetince kıdem tazminatına tavan sınırlaması getirilmesidir.

BİR ÖNCEKİ YASADAN GERİYE KALAN

2003 yılında çıkartılan ve halen yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanunu’muzda ise kıdem tazminatına yer verilmeyip geçici 6. madde ile kıdem tazminatı için bir fon kurulacağı ve fon kuruluncaya kadar eski İş Yasa’sının 14. Maddesi’nin geçerli olacağı belirtildi. Bu nedenle kıdem tazminatı düzenlemesi bir önceki yasa olan 1475 sayılı yasadan miras kalan tek madde olarak halen yürürlüktedir.

Bilindiği üzere 4857 sayılı yasanın geçici 6. maddesinde sözü edilen fon aradan geçen 23 yılda kurulamadı. Aslında mevcut hükümet döneminde defalarca çeşitli senaryolarla kamu önüne çeşitli fon tasarıları sunuldu ancak bu tasarılar özellikle de işçi sendikalarından gelen tepkiler nedeniyle ve sıkça yaşanılan seçim süreçleri öncesinde rafa kaldırıldı.

Şimdi ise ekonomik krizin derinleştiği ülkemizde çıkış yolu arayan hükümetin Orta Vadeli Planı’nda kıdem tazminatı fonu konusunun yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Esas itibarı ile yazımın başında da belirttiğim gibi fon konusunun ülkemizde 1975 yılına kadar eskiye dayandığı ve ilk tasarının 1976 yılında ortaya atıldığını biliyoruz. Daha sonraki yıllarda çeşitli hükümetler tarafından sürekli farklı tasarıların gündeme getirildiği ve emek kesimlerinden de hep aynı tepkiyi aldığını da biliyoruz. Emek tarafı kıdem tazminatının son kaleleri olduğunu ve kaldırılmasını ve/veya fona dönüşmesini kabul etmeyeceklerini açıkça belirtiyor. Hükümetçe fonun gerekçesinde mevcut haliyle kıdem tazminatından işçilerin yararlanamadığı ve getirilmek istenilenin işçi lehinde olacağı yönünde açıklamalar yapılsa da asıl amacın işverenlerin “sırtında bir yük” olarak gördükleri kıdem tazminatından işverenleri kurtarmak olduğunu net bir biçimde biliyoruz.

Bunu son olarak da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz şu sözleri ile açıkça ifade etti: “Kıdem tazminatında maalesef çok ciddi problemler de var. Ödenmeme meseleleri var. Başka sıkıntılar var. Oluşturduğu bir belirsizlik var. Özellikle iş dünyası firmaları üzerinde. Dolayısıyla bir dönem bir fon oluşturup bununla bu problemi çözme gibi bir yaklaşım vardı. Dolayısıyla bunlar önümüzdeki dönemde yine Türkiye'nin gündemde olan konuları olacak"

Yapılmak istenileni kıdem tazminatını bireysel emeklilik fonları ile konsolide ederek işveren sorumluluğundan çıkartmak ve minimize etmek uzun vadede ortadan kaldırmak olarak özetleyebiliriz. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenlere Gazetemiz BirGün’de Prof. Dr. Aziz Çelik hocanın yazısı ve Evrensel ’de Av. Dr. Murat Özveri’nin video mülakatını öneririm. (*) Sevgili hocalarımız konuyu detaylı bir biçimde irdelediler.

Kıdem tazminatı fonu örneği güncel olmakla birlikte esas itibarı ile ülkemizde yaşanılan ekonomik kriz gerekçe gibi sunularak işçi haklarına yönelik ciddi bir saldırıdan geçen haftalarda yine bu köşede söz etmiştim. Bu vesile ile konuya yine dikkat çekmek istiyorum. Çünkü konu sadece kıdem tazminatı fonu değil.

İŞVERENLER ESNEKLİK İSTİYOR

İşverenlerin çalışma hayatında işçiler aleyhinde sonuçlara neden olacak TİSK (Türkiye İşverenler Sendikaları Konfederasyonu) aracılığı ile dile getirdiği pek çok esneklik talepleri var. Bunları yeniden hatırlatalım:

- İşgücü piyasasını düzenleyici nitelikteki kuralların katılığı giderilmelidir.

- Türkiye’deki enflasyon üzerinde gerçekleşen yüksek asgari ücret artışları, işveren maliyetlerini artırarak ihracatçıları rekabetçilik alanında zorlamaktadır.

- Ücretler üzerindeki sosyal güvenlik ve vergi yüklerinin, işsizlik oranlarını negatif etkilemesinin önüne geçilmelidir.

- İşgücü piyasası daha esnek çalışma modelleri ile uyumlu hale getirilmelidir.

- İşe alma ve işten çıkarma prosedür ve maliyetleri hafifletilmelidir.

- Asgari ücret artışları enflasyon hedefleri ile uyumlu olmalıdır.

- Ücret artışlarında çalışanın, işletmenin ve işkolunun verimliliği dikkate alınmalı; ücret artışları, verimlilik artışını aşmamalıdır.

- İşgücü maliyeti düzey ve artışları, iç ve dış piyasalardaki rakiplerimize göre düşük tutulmalıdır.

- Toplu iş sözleşmeleri, işletmelerin değişen koşullara hızla uyumunu sağlayabilecek şekilde esnek hükümler içermelidir.

- İlk kez işe girecek genç işçilerin belirli süreli iş sözleşmeleri ile yahut uzatılmış deneme süreli sözleşmeler ile çalışabilmesine imkân sağlanmalıdır.

- İş Kanunu’ndaki esneklik düzenlemeleri, madde içeriklerinin sınırlı olması nedeniyle güvenceli esneklik amacının önüne geçmektedir. Bu hususta İş Kanunu’ndaki esneklik hükümlerine işlerlik kazandırılmalı ve yeni bir perspektifle ele alınmalıdır.

- Belirli süreli iş sözleşmesinin ilk defa ve/veya kümülatif süresi 24 ayı geçmemek üzere yapılması ve bu süre içerisinde yinelenmesi halinde objektif kriterlerin aranmamasına imkân tanınmalıdır.

İşverenlerin en etkili örgütleri aracılığı ile dile getirdikleri ve burada bir kısmına değinebildiğimiz bu esneklik talepleri ile kıdem tazminatının fona dönüşmesi konusu birbirinden bağımsız konular değildir. Çalışma hayatımızda 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanunu ile ilk kez yer alan esneklik uygulamaları artık işveren tarafını tatmin etmemektedir ve işveren tarafı yeni kazanımlar peşindedir.

Dolayısı ile önümüzdeki süreç emek sınıfı bakımından eldeki hakları koruyabilmek için etkin mücadele gerektiriyor. Son seçim yenilgisi sonrasında belirgin bir dağınıklık yaşayan ve kendi iç hesaplaşmalarına yoğunlaşan muhalefetin işçi haklarının budanmasına karşı başlatılacak bu mücadeleye ne ölçüde destek verebileceği konusunda kaygılarım olduğunu belirtmeliyim. Burada şüphesiz ki Meclis’te olan ve olmayan tüm sol partilere, demokratik kitle örgütlerine ve en çok da halkımıza emekçilerin yanında olmaları bakımından görev düşüyor. Bir kez daha örgütlü mücadelenin ve halkın etkili muhalefetinin yenilmeyeceğini hatırlatarak sözlerimi tamamlıyorum.