Hani, olmaz ya.

Şöyle bir hayal edelim.

Birileri kalkıp da "Uluslararası Ayıp Olimpiyatı" adlı bir büyük yarışma tertip etse, ülke olarak bütün altın madalyaları toplardık.

Adeta, bu niteliğimizi daha da güçlendirmek ve rekorları alt üst etmek istercesine büyük bir çaba içindeyiz.

Siyasette meselâ...

Bir değil, birden fazla parti lideri çıkmış, diyor ki:

"Benim oyum seçimin yapıldığı günlerde baraj çizgisi civarlarında ve hattâ çok altında dolaşmasına rağmen, ülkenin 2’nci büyük oy potansiyeline sahip partisi, beni alıp kendi listelerinden parlamentoya soktu. Grup kurabilmemize olanak sağladı. Ama çok kötü insanlar bunlar. Seçimi de zaten bunların yüzünden kaybettik..."

"Nası yani?.." derken, içlerinden bir tanesi, daha da ileri gidiyor:

"Ortak aday çıkarma müzakereleri sırasında, ben kendi partimden bir aday öneremedim. Yoktu öyle biri. Kendimi de layık göremedim, nedense? Belki de daha önce boyumun ölçüsünü aldığımdan mıdır, nedir? O büyük partinin içinden iki kişiyi gazladım, gazladım, gazladım. Safları bozma ve o partinin içinde (hâlâ devam eden) bir huzursuzluk çıkarma pahasına. Olmadı. Sonra ittifakı bozdum. Masadan kalktım. Abuk bir ara öneri getirip ‘geri gel’ dediler. Gittim. Ama olmadı. Zaten seçimi kaybettik. Suç onların. Ben tertemizim. Onlar pis. Kaka. Kötü adam, kötü adamlar..."

∗∗∗

Hani, İngilizlerin güzel bir lafı vardır: "You can’t possibly make it up..." (Böylesine kötü bir kurguyu uydurabilmek bile mümkün değil - Senaryo diye yazsan kimse inanmaz) O kadar absürd bir durum.

Direkt, katıksız, saf, abuk, ayıp...

Bunlar muhalefet cenahında olanlar.

Bir de iktidar takımı var, "Ayıplar Olimpiyatı Altın Madalyası"na oynayan.

Onlar da, sanki seçimi kazanıp iktidarı korumamışlar da, önlerinde ekonomik ve siyasi bir enkaz bulmuşcasına, adeta durumdan şikayetçiler. Durumu düzeltmek için, vatandaşın cebindeki, mutfağındaki, hayatındaki yangını söndürebilmek için 5, 10, 15 yıl sonrasına "vade vermekle" meşguller.

Bir yandan da, 21 sene önce iktidara gelme amaçlarını hatırlayarak, memleketi 50, 100, 150 sene öncesine götürmenin hesaplarındalar.

"Kızlı erkekli eğitim olmaz. Erkekler kızlardan tahrik olur. Onları taciz eder..." gibi "Psikiyatrik tedaviye muhtaç" düşünceleri dolaşıma sokmakla meşguller. En büyük şehrin valisi, Padişah IV. Murat dönemi benzeri içki yasaklarını devreye sokmanın mahcup ama sinsi adımlarını «ufaktan ufaktan» tartışmaya açıyor.

Başka bir kentin valisi de, gençlerin yıllardır keyifle eğlendiği bir ilçe festivalini "İçki içerler, kötülük yaparlar, günah işlerler" gibi sapık düşüncelerle yasaklamaya cüret ediyor.

Haydi, o bu cüreti gösterdi diyelim. Festivalin organizatörü muhalefet partili belediye de,

"Müziğin eğlencenin yasağı mı olur kardeşim? Biz yapıyoruz. Gel de engelle bakalım..." diyeceği ve gençleri o alana çağıracağı yerde, "Peki o zaman. Biz de yapmıyoruz festivali" diye bu tarihi ve mide bulandırıcı ayıba ortak oluyor.

Elini nereye atsan, yüzünü nereye dönsen bir başka ayıp. Olimpiyat dedik ya. Dünya çapında "derece" yapmamız lazım ya. Yarış sürüyor.

Bu milletin küllerinden doğduğu bir anti-emperyalist kurtuluş mücadelesinin "şahikası" niteliğindeki Büyük Zafer’in 101. yıldönümünde, kurtarıcı ve kurucu kahraman Büyük ATATÜRK’ün ‘ın kabrine yapılan ziyaret sırasında, iktidar partisi genel başkanı, bindirilmiş partili kalabalıklara kendini alkışlatıyor ve o "kutsal istirahatgâh"ın huzurunda sloganlar attırıyor.

∗∗∗

Bütün bunlar olurken, "Ayıp, Süper Ayıp, Über Ayıp" dallarında derecelerimizi yükseltmeye yemin etmiş biçimde, insan hakları ayıplarına devam ediyoruz.

İtin, kopuğun, kaçakçının, tacizcinin, tecavüzcünün, katilin, teröristin cirit attığı bir şehrin bir 20 metreye 20 metre küçücük bir meydanında, sessiz sedasız toplanmak isteyen bir grup anneye, devlet yine «büyüklüğünü(!) ve gücünü» gösteriyor. Barışçıl bir gösteriyi engellemek için insanları itip kakıyor ve ters kelepçe ile götürüyor. Yasalara, Anayasaya, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı biçimde ve adeta temel insan hakları ve hukuk prensiplerinin yüzüne tükürerek.

Gazeteci Merdan, bir inat uğruna "müebbet tutukluluk" sürecine sokuluyor.

Gazeteci Barış, yine bir intikam uğruna infaz hükümlerinden yararlandırılmıyor. Sanki içeriden çıkarılacak katil, tacizci, tecavüzcü, uyuşturucu kaçakçısı, mafya çetecisi tayfasından boşaltılan yer, onunla dolduruluyor.

Milletvekili Avukat Can, elinde mazbatası ile Silivri Zindanı’nda, esir tutuluyor. Sırf bir intikam, hırs ve hınç uğruna.

5 emekli, yaşlı, hasta komutan, darbeci ve Cumhuriyet düşmanı bir örgütün kurduğu aşağılık bir siyasi kumpas davasının sonucu olarak zindanda "ölüme terkedilmiş" halde adeta "idamın infazını" bekliyor.

Zindanlar gazeteci, sendikacı, yazar, siyasetçi, avukat, emekli asker dolu.

Dışarısı tacizci, tecavüzcü, sübyancı, terörist dolu.

Bütün bunlar yaşanırken muhalefet, özellikle de ana muhalefet kendi içinde "boğazlaşma, hesaplaşma" derdinde.

Okullar açılacak. Üniversiteyi kazanan öğrenci, kiraları görüp kaydını dondurup, büyük şehrin sınır kapılarından geri dönüyor.

Annelerin - babaların, çocuğuna bir defteri ve kalemi alamadığı için uykuları kaçıyor.

Kiracılar, ev sahipleri gırtlak gırtlağa.

Kadınlar, hâlâ pencerelerden - balkonlardan birer birer "düşüyor"...

Ayıbın dibine vurmuşuz.

Doruğuna çıkmışız.

Paçalarımızdan akıyor, gürül gürül...