Toplumsal hafıza ve zamanaşımı sözcükleri şu sıralar özellikle Madımak üzerinden ilişkilenmiş görünüyor. Madımak, çok sayıda kitlesel kıyım deneyimleri içinde daha yakıcı etkiler bırakan bir örnektir. Belki de canlı izlenen bir kıyım olması kadar, yanıtlanmamış ve hatta sorulmamış soruların konusu olması da bu durumda etkilidir. Ama asıl etki kuşkusuz çocukların, kadınların, aydınların alenen kamu görevlilerinin gözetimi altında yakılmış ve ailelerin çaresiz şekilde bu durumu seyretmek zorunda bırakılmış olmasıdır.

Bütün verilerin gösterdiği gibi bu vak’a, sistemin politik tercihlerinin bir parçası ve neticesiydi. Dolayısıyla geçtiğimiz hafta Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin Madımak davasında verdiği zamanaşımı kararını da bu tercihin bir parçası olarak okumak gerekir. Zira bu kararla, yine bir hukuk terimiyle söylersek, “dava düşürülmüştür.”

“Zamanaşımı” ve “davanın düşmesi” gibi karmaşık ifadelerin sosyolojik anlamlarına bakmak da ilgi çekicidir. Zamanaşımı, hukuk dilinde bir ‘suç hali’nin üzerinden belirli bir sürenin geçmesiyle, o halin hükümsüz kalması demektir. Gerekçeler ve uygulamaya bakılırsa suç teşkil eden fiilin işlenmesinden belli bir süre sonra devlet, ceza kovuşturması ya da mahkûmiyetin infazında yarar görmeyebilir ve bunlara dair haklarından ‘feragat’ edebilir. Bu durumlarda fail ile devlet arasında ceza hukuku ve infaz ilişkisi de son bulur.

∗∗∗

Devletin ‘ceza verme hakkından feragat etmesi’ aslında eski bir gelenektir, siyasal idareye göre değişiklikler gösterir ve bir standardı yoktur. Ama diğer alanlarda olduğu gibi yargıya dair bir ‘akıl düzeni’nin getirilmesini deneyen modern devletler ‘zaman aşımı’ ve dolayısıyla devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini içeren bir sistem getirmişlerdir. İlginçtir, zamanaşımının dayandırıldığı teorik gerekçelerden birisi de “unutma” teorisidir. Buna göre, suç ne kadar ağır olursa olsun zamanla unutulacağı için, ceza vermeye de gerek kalmayacaktır.

Modern akıl, zamanaşımı sürelerini de suçun niteliği ve türlerine göre belirlemiştir. Ağır suç türlerinde otuz yıl olan bu sürede devlet, “suçlu”yu yakalayamazsa, bir anlamda pes edip, peşini bırakacaktır. Dolayısıyla suçlular cezai tehditlerden kurtulacak, sokağa çıkacak, kendi adıyla, eylemiyle ortalıkta dolaşacaktır.

Bu uygulama hafıza ve unutma diyalektiğinde oldukça gerilimli bir biçimde deneyimlenmiştir. ‘Unutulduğu’ varsayılan şeyler aslında unutulması arzu edilen, teşvik edilen durumlardır. Bu tutum bütün politik tercihlerin bir parçası ve gereğidir. Ama sosyolojinin doğası böyle politik tercihlere yabancıdır. Bir davaya konu olan herhangi bir toplumsal hadise, hafızadan silinebilir mi? Sonraki nesiller “bu dava düştü” deyip bunu yok sayabilirler mi? Bu mümkün mü? Elbette değil. Bütün deneyimler bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Kaç otuz yıl geçerse geçsin toplumsal hafıza “suç” halini kuşaklararasında aktarır ve sürekli güncel tutar. “Yüzleşme” talebinin on yıllar, yüzyıllar boyu devam etmesi de bundandır. Siz istediğiniz kadar zamanaşımı gerekçesiyle “davaları düşürün” toplumsal hafıza başka türlü işler.

∗∗∗

‘Hukuk’, sosyolojiden muaf şekilde inşa edilirse, hukuk olamaz zaten. Unutmamak gerekir ki daha birkaç gün önce Türkiye’nin andığı Adnan Menderes ve iki bakanın idamına bir mahkeme kararı temel teşkil etmişti. Daha 17 yaşında olduğu için “çocuk” sayılan Erdal Eren’in idamına karar veren de bir mahkemeydi. Böyle binlerce karar var, sosyolojiden muaf, adaletten muaf. Bu mahkemelerin kararlarına rağmen, toplum bu hadiseleri kuşaktan kuşağa aktarmıştır ve kimse bunun önüne geçemez. Yani ‘zamanaşımı’ sosyolojide mahkemedeki gibi işlemez.

Madımak’a dair zamanaşımı kararını verenler, bu kararın arkasında duranlar, destek verenler ve onaylayanlar unutmamalılar ki bireysel ve toplumsal hafızanın unutamadığı suçları, hukuk unutamaz ve unutmayı tavsiye edemez. Unutursa ya da unutulmasını isterse “hukuk” olmaktan çıkar. Madımak kararında olduğu gibi, çocukların, kadınların ve aydınların yakıldığı bir dava da ‘zamanaşımı’ kararı, gerçekte suçu örtmekten ya da aklamaktan başka bir anlama gelmez.