Seçimlere 12 gün kaldı. Erdoğan ve Bahçeli’nin “beka* sorunu” dediği, muhalefetin ise “ne bekası, belediye başkanı seçiyoruz” diye itiraz ettiği seçimlere… Seçimi memleketin bekasıyla ilişkilendiren iktidar ittifakı, sona yaklaştıkça “savaş söylemi” ile sürdürdüğü kampanyada tüm silahlarını sahaya sürerek, muhalefetin üzerine salla bayrağı düşman üstüne diyerek yürüyor. Demokrasilerin olağan seyirlerinde, “seçim kampanyası”; yarışan adayların ve partilerin […]

Seçimlere 12 gün kaldı. Erdoğan ve Bahçeli’nin “beka* sorunu” dediği, muhalefetin ise “ne bekası, belediye başkanı seçiyoruz” diye itiraz ettiği seçimlere…

Seçimi memleketin bekasıyla ilişkilendiren iktidar ittifakı, sona yaklaştıkça “savaş söylemi” ile sürdürdüğü kampanyada tüm silahlarını sahaya sürerek, muhalefetin üzerine salla bayrağı düşman üstüne diyerek yürüyor.

Demokrasilerin olağan seyirlerinde, “seçim kampanyası”; yarışan adayların ve partilerin seçilme şanslarını artırmak için yaptıkları çalışmadır. Seçmenler kampanya boyunca kimin ne yapacağı, nasıl yapacağı konusunda “bilgilendirilirler” ve bu temelde tercihte bulunmaları beklenir.

Siyasal kampanyaların; bilgi vermek, ikna etmek ve ikna edilen seçmenleri harekete geçirerek seferber etmek gibi hedefleri vardır… 

Olağan seyrinde ilerleyen her demokraside bu böyledir ve seçim sonucunda seçilenler de sadece kendilerini seçenlere değil toplumun bütününe hizmet ederler.

31 Mart kampanyasında da, adayların ağzından bol miktarda bunu duyuyoruz: Kendilerine oy versin vermesin bütün topluma hizmet edecekler!

Tabii, bu kampanyanın ardından “toplum” dedikleri şeyden geriye ne kalırsa…

Prof. Dr. Necmi Erdoğan, BirGün’de yayınlanan bir yazısında “Türkiye bir toplum mu?” diye sormuş ve “Toplum basitçe ‘bir arada duran’ veya aynı topraklarda yaşamak ‘zorunda kalan’ insanlar topluluğunun adı değil de, bir dizi insani (siyasal, ekonomik, kültürel, ahlaki, hukuki vs.) kurucu bağ (‘toplumsal bağ’, ‘asabiye’) ile birbirine bağlanmış olan insanların varoluş biçimi demek ise, ‘Türkiye toplumu’ denen şeyin tutunumunu sağlayan böyle ‘pozitif’ normlar var mı?” diyerek, bizi bir arada tutan bağların zayıflığını vurgulamıştı.

Bu kampanya ve seçimden sonra, o soru çok daha anlamlı olacak.

“Cumhur” dediğimiz şey; halk, topluluk, kısacası toplumun bütünüyse, o bütünlüğün korunmasına en titizlenmesi gereken kişi de cumhurbaşkanı olmalı. Oysa, onun başını çektiği bu kampanyanın sonuçlarından biri, bütünlüğü zaten epey yaralı olan “cumhur”un, bir meydan muhaberesinden çıkmış gibi, o da sağ kalabilirse, yaralı bereli kalması olacak.

Bizi bir arada tutan ne varsa saldırı altında, üstelik yalanlar söylenerek.

Kadınların ezanı hedef aldığı – ki o kadınlardan kastedilen muhalefet cenahındakiler -, HDP eş başkanının CHP+İYİ Parti+HDP+Saadet gizli ittifakını itiraf ettiği; muhalefet adaylarını Kandil’in belirlediği; sonuç olarak muhalefetinin tümünün birden devletin varlığına ve birliğine kastettiği anlatılıp duruluyor!

Patates, soğan kuyrukları “varlık kuyrukları” olarak takdim edilirken, Adana’da Erdoğan’ı dinlemeye gelen kadınlar, kendilerine atılan bir paket çay için kavgaya tutuşuyor!  

Yeni Zelanda’da camide ibadet edenleri katleden ırkçı faşistin, izlenmesi toplum sağlığı açısından sakıncalı görülen katliam görüntüleri, miting meydanlarında bir ucu muhalefetle ilişkilendirilerek izlettiriliyor!

Bir seçim kampanyasında yasa gereği yapılabilecekler ve yapılamayacaklar var. Yapılamayacak ne varsa yapılıyor: Hepimizin değeri olan camilerde bir parti propaganda yapıp, minarelere bayrağını asıyor; “cumhur ittifakı” okullarda propaganda yapıyor; Emniyet ve hastane duvarlarına AKP pankartları asılıyor…

Bir kampanya ki “toplum”u hedef alıyor. Baş olacağınız bir “cumhur” kalmazsa, kazansanız ne olacak!

*Önce Baskın Oran uyardı; “beka”nın a’sına şapka koyma diye. Sonra Haymanalı Kürt Türkçe öğretmeni Gülseren hocam bir güzel ders verdi; neden şapka olmadığına dair. Benden görüp de bekaya şapka koymaya kalkan olursa diye uyarayım; şapka yok, ben yanlış yazdım!