Yaz geliyor derken kış havasına yakalandık, ama şimdi o da geçiyor yavaş yavaş. Balıkçılar kahvesinde yağmurun cama vuruşu hipnotik bir etki yapıyor üzerimde. Çocukken, babamın öğretmenlik yaptığı köyde, traktör römorkuna kilimler serilip ne kadar çocuk varsa doldurulup kasabaya gelen panayıra götürüldüğümüzü hatırlıyorum bir an. Anne babam yanımda mıydı hatırlamıyorum, daha ilkokula başlamamıştım. Yol boyunca diğer çocuklarla çok eğlenmiştim ve ilk defa bir panayır görmenin şaşkınlığı ve heyecanı unutulmazdı. Akşam yorgun argın traktör kasasında gökyüzündeki yıldızları izleyerek eve dönüş...

İKİ KANAL

Şimdi neden bu anı geldi aklıma? Kolektif bilinç böyle oluşuyor galiba. Bu kahvehane de öyle bir yer. Sonuçta insan, biri genetik kanal, diğeri kültürel kanal olmak üzere iki ayrı kanal boyunca taşınan bilgi ve talimatlar temelinde oluşur. Ama bu iki kanal da azar azar bozuluyor. Azar azar olduğu için de bozulma çok sonra fark edilebiliyor. Siyaset, tam da bu bozulma anlarında önem kazanıyor, çünkü kültürel kanaldaki tıkanıklık, özdeşleşmeleri tehlikeye soktuğu için bireyleri olduğu kadar toplulukları da regresyona uğratıyor. Otoriter rejimler, tıkanıklık ve regresyondan beslenir, çünkü ilkel savunmalarla çalışır; her şeyin siyah-beyaza dönüştüğü, mutlak kötüler ve mutlak iyiler arasında savaşın yaşandığı bir dünya...

CHALLENGER

Vamık Volkan’ın politik psikoloji çalışmalarından biliyoruz ki, kimliğe yönelik tehditler insanlarda kendi ilkel ıstıraplarını harekete geçirir; çünkü etnik köken, din veya ideoloji olsun, herkes büyük grup kimliğini öznel deneyimler olarak yaşar. Örneğin ‘Etnik Gururdan Etnik Teröre’ adlı kitabında Volkan, 1986’da Challenger uzay mekiğinin patlamasının bir hastasının iç dünyasındaki izini şöyle açıklar: "Bu trajedi sırasında büyük kız kardeşi yıllar önce aniden ölmüş olan bir hastayı tedavi ediyordum. Hastanın Challenger’ın patlamasına tepkisi, öğretmen olan astronot Christa McAuliffe etrafında yoğunlaştı; çünkü hastanın kızkardeşi de öğretmendi. Hastanın McAuliffe’in ölümüne duyduğu üzüntü kızkardeşinin kaybı ile ilgili bitirilmemiş yasının yeniden canlanmasına neden oldu." Aynı şekilde ABD’nin Vietnam yenilgisi, "afallamış, çaresiz kalmış, çok korkmuş ve aşağılanmış" kişilerin deneyimlerinin ağırlığı nedeniyle iyileşmeye neden olacak yas süreci tamamlanamamış gibi gözüküyor. Kolektif hafızadaki bu patern, yeri geldiğinde siyasetçiler tarafından harekete geçirilerek kullanılabilir. Bu açıdan baktığımızda, yaşadığımız topraklardaki travmaların çokluğu ve derinliği, tamamlanamamış, hatta başlatılamamış yas süreçlerinin çokluğunu akla getiriyor. Neredeyse takvimin her günü bir travmayı işaret ediyor.

ÇÖKÜŞ KORKUSU

Bütün bu travmaların anlamı, Winnicott’ın son makalelerinden biri olan "Çöküş Korkusu"nu hatırlatıyor. Aslında korkulan şey, çoktan olanların korkusudur. Bu öyle bir korku ki, burada ve şimdi gerçekleşmesinden duyulan bir korku olduğu gibi, aynı zamanda daha önce olan ancak yaşanmamış bir korku... Bu korkuyu aşmanın tek yolu, travma ve çatışmaya uyumlu bir politik bilincin gelişmesi. Bu bilincin gelişmesi de, bütün geçmiş travmaların varlığını kabule dayanıyor. İnkâr ya da bölme gibi ilkel savunmaları devreye sokmadan, bir tarafı şeytanileştirip diğer tarafı kahramanlaştırmadan, geçmiş yanlışlarda uzlaşmayı ve farklılıkları kabul etmeyi başarmadan geçmişin hayaletlerinden ve çöküş korkusundan kurtulamayız.

Çocukken o traktör römorkunda yaşadığım yolculuk, bu topraklara ait hissedişimin bir parçası. Bir römork dolusu çocuk panayıra giderken...