Eylül ayının başında açıklanan ağustos ayı enflasyon oranı kuşkusuz yıllardır bu musibetle bir başına bırakılan emekçileri şaşırtmadı

Eylül ayının başında açıklanan ağustos ayı enflasyon oranı kuşkusuz yıllardır bu musibetle bir başına bırakılan emekçileri şaşırtmadı. Emeğiyle geçinenlerin yaşamlarında “Rekora koşan domates”, “enflasyon şampiyonu biber”, “el yakan okul kıyafetleri” gibi pek çok haber benzeri, geçen yılın aynı dönemine kıyasla bu ağustosta meydana gelen yüzde 9,54’lük genel fiyatlar düzeyindeki artış, yine bir ritüelin sürmesinden öte bir şey ifade etmiyor.

Çift haneye dayanmış enflasyondaki yüksek seviye karşısında, daha önce defalarca düşeceğine ilişkin tahminlerini kamuoyuna ilan etmiş MB’nin şaşırdığına da bakmayın. Çünkü şaşırmak da spekülatif piyasalara has para politikasının bir parçası ne de olsa. “Bilimsel olarak düşmeliydi, kaderinde çıkmak varmış”ın başka bir ifadesi.
Bakın “emekçinin kaderinde olan enflasyonu”, ekonomi yönetimi nasıl açıklıyor?

Tüm kurumlardan öncelikle ‘gıda enflasyonu’ gerekçesi geliyor. Doğrudur. Enflasyonun en belirgin olan itici güçlerinden biri bugün gıda fiyatlarıdır. Üstelik gıda fiyatlarındaki artış emekçilerin en fazla canını yakandır. Emekçilerin tüketim sepetleri ağırlıklı olarak gıda, konut gibi zorunlu harcamaların oluşturduğu mal ve hizmetlerden oluşmaktadır. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimin bütçesinde ulaşım, giyim ve ayakkabı, eğlence ve kültür, eğitim, ev aletleri ve mobilya gibi ihtiyaçlara daha fazla yer verilirken, en yoksul yüzde 20’lik kesimin bütçesi neredeyse tamamıyla gıda ve yakıt giderlerinden oluşmaktadır.

Burada sorunlu ve trajikomik olan ise gıda fiyatlarındaki artışın açıklanmasına ilişkin Maliye Bakanı, Kalkınma Bakanı ve de sorumlu müdür MB Başkanı’nın sunduğu gerekçelerdir. Yani AKP dönemi boyunca uygulanan dışa bağımlı politikaların, tarımsal üretimi her geçen yıl gerilettiği ölçüde gıdadaki ithalata bağımlılığının pekişmesinin göz ardı edilerek bu artışın tek kelimeyle açıklanmasıdır: ki o da Kuraklıktır!

2014 yıl sonu enflasyon hedefinin yüzde 6,6 olarak belirlenmesine karşılık sekiz aylık enflasyonun yüzde 6.28’e ve yıllık enflasyonun da yüzde 9.54’e çıkması tek kelime kuraklık ile açıklanıyor ise, şu soruların cevabını da rica edeceğiz; zira tek kelimeden uzun süreceğine de eminiz.
*Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de fiyatlar neden artıyor?

*Bilimsel olarak küresel bir olgu olan kuraklık varsa her yerde var. Peki, o zaman neden sadece Türkiye’deki tarımı vuruyor? Demek ki bu işte başka bir iş var.
Ağustos ayında ülkemizde gıda enflasyonu yıllık yüzde 14,4 ile son 4 yılın zirvesine çıkarken, dünyada gıda fiyatları son 4 yılın en düşük seviyesine indi. Dünyada özellikle tahıl fiyatlarında ciddi bir düşüş gözlenirken, Türkiye’de yüzde 15’e yaklaşmış gıda enflasyonundan bahsediyoruz. Lakin bir yandan da tarımda üretici fiyatlarının, haziran ve temmuzun ardından ağustos ayında da gerilediğini görüyoruz.

Hepsini bir araya toplandığımızda tablo şu: Tarımda üretici fiyatları geriliyor, tüm dünyada gıda fiyatları geriliyor, bizde nihai gıda fiyatlarındaki artış yüzde 14,4! Çünkü kuraklık var, iklim değişiyor falan filan…
Evet, bu tabloda anlatılana çocuk bile inanmaz…

Oysa mesele gün gibi ortada;
Genelde gıda enflasyonu, üreticiden tüketiciye kadar malların gelmesindeki süreçte fiyatlama konusundaki aracıların yüksek kâr koyma serbestliği ile açıklanırdı. AKP’li dönemde ise daha yapısal sorunlar baş gösterdi. Vergisiz ithalat politikası ile kısa dönemde fiyat artışının önüne geçme gerekçesiyle uzun dönemde buğday, fındık, pamuk ve kırmızı ette olduğu gibi üretim adeta sıfırlanma noktasına sürüklendi. Bu nedenle tarımda dışa bağımlılık arttı ve fiyatlar spekülatif piyasaların kaderine terk edilmiş oldu.

Yani arkadaş mesele; halkın gıda maddeleri ihtiyacının karşılanması ve sanayi sektöründe hammadde kaynağı olması bakımından ülke ekonomilerinde önemli bir katkı, değer potansiyeli taşıyan tarım sektöründeki AKP’li yıllarda yaşanan üretimsiz-sanayisiz dönüşümde yatıyor.