Başlık lafın gelişi... Hani, anayasa değişikliği yarın görüşülmeye başlanacak ve hafta sonuna kadar Meclis türbana kilitlenecek ya...

Başlık lafın gelişi... Hani, anayasa değişikliği yarın görüşülmeye başlanacak ve hafta sonuna kadar Meclis türbana kilitlenecek ya... Yoksa, hepimiz biliyoruz ki, bir haftalık iş değil türban. Yıllardır tartışıyoruz ve uzunca bir süre de tartışacağa benziyoruz.

Daha önce de birkaç kez yazdım: Üniversite öğrencilerinin derslere diledikleri kıyafetle, bu arada başlarını da örterek girmelerinde bir sakınca görmüyorum. Bunun üzerinden sürdürülen korku politikalarıyla, türban karşıtı cephedeki kimi "hazır ol" cularıyla işim olmaz.

Türban toplumun her kesimini böldü. Ekonominin iktidarı epeyce sıkıştıracağı bir dönemde özellikle mi bir numaralı gündem maddesi haline getirildi, varın siz düşünün. İşçiyi, işadamını, siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, üniversite hocalarını, hatta Aziz Ne-sin'in oğullarını bile bölüp karşı karşıya getiren türbanın, sosyalistler açısından da "özgürlükçülük" turnosoluna dönüştürülmesi bana trajik bir durum gibi görünüyor.

Param parça olmuş toplumun ve ondan çok daha parçalı haldeki solun bir de türban konusunda bölünmesi; üstelik bu bölünmenin bir tarafının statükoculuk, darbecilik, despotluk ile diğer tarafının da gericilik, yobazlık, Cumhuriyet düşmanlığı ile tanımlanır olması, zaten perişan haldeki sol için epey can sıkıcı. Ne acıdır ki, Ali Nesin'in üniversitede özgürlük bildirisini imzaladı diye, bağışlar kesiliyor ve Nesin Vakfı çocuklarına bedel ödetiliyor. Ne yazık ki, özgürlük sicili hiç de parlak olmayan kimileri "üniversitede özgürlük" bildirisi imzalayıp özgürlükçü kampa geçebiliyorlar. Böyle bir kutuplaşmanın tarafı olmayı benim aklım almıyor.

Türbanın ya da başörtüsünün, çene altından ya da çene üstünden bağlananın kızlarımıza üniversite kapısını açan ya da kapayan bir kilide dönüşmesi saçma. Ama türbanı bir özgürlükçülük bayrağı yapmak da saçma. Dahası, onun bir politik kampanyanın aracı haline dönüştürüldüğünü ve böyle bir kampanyanın tarafı olmanın sola bir hayrı olmayacağını görmemek de, haydi bence diyeyim, safça...

Türban üzerinden yaratılan saflaşmada taraf olmak, iktidarın konuyu bir özgürlük sorunu gibi sunmasını kabullenmek demek. Oysa, ne AKP'nin ne de MHP'nin özgürlükçülük konusunda solu test edebilecek halleri var. Bu iki parti, türban için anayasa değişikliği konusunda anlaşırken bir 301 pazarlığı yaptılar mı? AKP türbana karşı 301'i değiştirmekten vazgeçmiş midir? Bunlar bir süre daha başkentin siyasi kulislerinde dillendirilen spekülasyonlar olarak kalabilir. Ama, ancak bir süre daha...

Türkiye'de türbanı samimi bir inanç gereği olarak görenler olduğu gibi, gündelik hayatlarının dinci bir karartmaya uğrayacağından samimiyetle endişe edenler de var. Türbana sarılarak kendisini özgürlükçü ilan edenlerin, gerçekten özgürlükçü iseler, bu endişeleri de ortadan kaldıracak bir özgürlükler paketi ile gelmeleri gerekir.

Türban üzerinden yaratılan kutuplaşmanın tarafı olarak özgürlükçü olamayız. Bir üçüncü yol her zaman vardır. Eşcinsellerin taleplerine "Toplum hazır değil, bunlar 22. yüzyıla kalsın" diyen, Kürtler'in taleplerine "Onlara verirsek Lazlar ve Çerkezler de ister" diye karşı çıkan, türbanı inanç gereği sayarken Ceme-vi'ni görmeyen, inanç gereği denilen türbanın çene altı bağlananını serbest bırakıp diğerlerini kanunla yasaklayan, Darwin teorisine karşı "Yaratılış"cılığı da okutmayı bilimsellik sayan bu "acayip" özgürlükçülüğü reddeden bir üçüncü yol... İçinde 301'in de, sendikal hakların da, farklı inançların serbestçe yaşanmasının olduğu kapsamlı bir özgürlükler paketini toplumun önüne koyan üçüncü bir yol. Sol, bir taraf olacaksa, böyle kapsamlı bir özgürlükler talebinin tarafı olmalı bence. AKP, zengin semtlerini çiçek ve çikolata paketleri, yoksul semtlerini de erzak paketleri ile ev ev dolaşarak, aslında hiç ara vermediği yerel seçim çalışmasını başlattı bile. Peki, ya sol partiler? Onlar evlere ne götürecekler? Umarım, türbanı çekiştirip dururken bunlara boş verilmez!