AKP’nin telafisi mümkün olmayacak şekilde ekonomi, dış politika ve iç siyasetteki yenilgisi kuşkusuz herkesin malumu.

Ne var ki AKP rejiminin karakteriyle bağlantılı olarak rejimin tüm sahiplerinin kolayca gitmeyeceklerini, tüm makyajlarını akıtarak yakmaya-yıkmaya varana dek kendi aralarında seferberlik ilan edebilme ihtimallerinin ne denli kuvvetli olduklarından söz ediyorduk ya... İşte sözü edilen bugündür. Kocaman düşleriyle dayanışma yoluna çıkan 31 gencimizi, arkadaşımızı katledenleri başımıza musallat eden aklın sıkıştığı köşede giderek saldırganlaşması, içeride ve dışarıda savaş planlarıyla yeniden sahalara inme çabaları bugünün vaziyetidir.

AKP dönemi boyunca artık hayatımızda süreklileşen katliamlar, gerek en vahşi düzeyde hayata geçirilen neoliberal uygulamaların bir sonucu olarak, gerekse toplumsal-siyasal zeminde yükselen mezhepçi faşizmin bir ürünü olarak, gerekse de bu zeminle paralel izlenen dış politikanın bir sonucu olarak gündemimizde kalıcı hale geldi. Hiçbirinin nedeni birbirinden kopuk değildi; ne Soma Reyhanlı’dan, ne de Roboski bedenleri yol kenarına saçılan mevsimlik tarım işçilerinden bağımsız okunabilir. Hırsızların katil olduğu bir düzen bu! Güç ve hırsın hiçbir engel tanımadığı, en vahşi neoliberal uygulamaların toplumsal alanda dinsel-mezhepsel kuşatmayla gizlendiği, gizlendikçe sömürünün katmerleştiği, daha fazla güç uğruna bölgesel güç olma gibi hayalperest iddialarla dışarı taşan hırsın beslenip kutsandığı bu düzenin bedelini fazlasıyla ödedik.

Şimdi daha ağır, daha acı maliyetlerin yolları döşeniyor. 2013 Haziran direnişiyle yönetemez hale gelmiş, çevresindeki ittifaklar büyük çapta parçalanmış, ülkeyi rüşvet-yolsuzluk düzleminde nasıl AŞ gibi yönettikleri 17 Aralık süreciyle kamuoyunda deşifre olmuş, arkalarına aldıkları küresel ekonominin geçici rüzgârıyla şişen balon, konjonktürün terse dönmesiyle patlamış, sözde bölgesel güç hayalleri gerçekte ise ABD’de pişenden düşenleri toplama gayeleri suya düşmüş bir iktidarın, elinde kalan son kozlarıyla ülkeyi yangın yerine dönüştürme çabalarına tanık oluyoruz.

Yakacak, hırpalayacak, eski ittifakları yeniden konsolide edecek, elinde topladığı tüm musluklarla kendi çıkardığı yangının söndürücüsü rolünde yeniden iktidar ve güç sahibi olacak... Kendi açısından ya tutarsa hesabı işte, ama asıl mesele bu yolda harap edilmiş, yıkılmış, gerici karanlığın derinliklerine itilmiş bir ülkeden geriye ne kalacak…

İÇİMİZDEKİ KARANLIK

Küresel hegemonya mücadelesinin bir parçası olarak ABD merkezli Ortadoğu’da yürütülen parçala-yönet taktiği ne Afganistan’da ne Irak’ta ne de Libya’da işe yaramadığı gibi Suriye’de de aynı sonucu verdi; parçalandılar ama yönetilemediler. Bugün “Türkiye Pakistanlaşıyor mu” diye öne çıkan sorunun cevabı, birçok deneyimle sabitlenmiş “beslenen kargaların birgün besleyenin de gözünü oyacağı” gerçeğinde yatıyor. Bugün emperyalist güdümlü harcında siyasal İslam akımın bulunduğu El Kaide’den Boko Haram’a ve IŞİD’e uzanan eli kanlı gerici çetelerin, geliştirilen etnik ve mezhepsel çatışma dinamiklerinden beslenerek dünyanın köşe bucağını tehdit eder hale geldiklerini gördüğümüzde, en nihayetinde çıbanbaşlarının da bu tehditten payını aldığını görüyoruz. Lakin hayatımıza en fazla dokunan gerçek, bu hamurla yoğrulmuş bir iktidarın tüm bu tehditlerle yaşamımızı kuşatmaya devam ettiği, tepeden tırnağa dini-mezhepsel gerici bir karanlığı başımıza musallat ettiği oluyor.

Geçen yıl Türkiye’ye gelen Pakistanlı yazar F.S.Goindı BBCTürkçe’ye verdiği bir röportajda Afganistan’da cihadist çetelere verilen desteğin Pakistan’a geri dönüşünün şiddet ve terörden öte diktatoryal-şeriatçı temelde daha da gerici bir düzen olduğunu ifade ediyor, iki ülke karşılaştırmasına ilişkin de Türkiye Pakistan’dan da kötü olur diyordu. AKP rejiminin karakterine bağlı olarak ülkede mezhepsel ayrışma üzerinden bir iç savaş sinyallerine ışık tutuyordu.
Dolayısıyla Türkiye’yi Batı ülkelerinden veya Ortadoğu’da taşeron rolü üstlenmiş diğer ülkelerden ayıran en temel faktör AKP faktörüdür. Bu faktör, “Biz Suriye meselesini bir dış mesele olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim iç meselemizdir” diye meselenin ideolojik yönü bakımından bir nevi itirafta bulunan Saray’ın, IŞİD’i “bir grup öfkeli grup” olarak meşrulaştırmaya çalışan Davutoğlu’nun görünür hale getirdiği akıldır. Türkiye’de önce Özgür Suriye Ordusu, El Kaide, son yıllarda ise IŞİD’e katılım için hazırda bekler hale getirilen genç kitlenin korkutucu sayısıdır. Eğitimden çalışma yaşamına, gündelik yaşamın tüm sorunlarını dini tartışmalara çeken, toplumsal yaşamın tümünü gerici dogmalarla yönetme çabasıdır.

Bu nedenle bugün sadece sınır illerimizi değil, köşe bucağı tehdit eder hale gelen IŞİD’i bahane ederek, kendi iktidar gücünü kalın çizgilerle sınırlayan toplumsal muhalefet güçlerine açtığı savaşla AKP, harcında IŞİD’in hamurundan başka bir malzeme olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Sözün özü mesele dışarıdan çok içerdedir. Mesele, içi dışına çıkmış bir ülkede derinleşen karanlıktır.