Bu “Tütüncüler” evvel zamanda da pek mücadeleciydi. TKP’nin de kadro kaynağıydılar, aynı zamanda. Halil İbrahim-Mustafa

Bu “Tütüncüler” evvel zamanda da pek mücadeleciydi. TKP’nin de kadro kaynağıydılar, aynı zamanda.
Halil İbrahim-Mustafa Özçelik’ler, Zehra Kosova, Selanikli Remzi, İbrahim-Seyit-Mehmet Emin Atılal’lar, Mavro Mustafa, (Dramalı) İbiş…
Dokuz yüz kırk altıda…
O zamanki tek parti diktatörlüğü demokratik açılım kararı alıp… Sınıf esasına müstenit cemiyet kurma yasağı kalktığında… Sendikalarını kurmuşlardı.
Altı ay sonra… Demokratik açılımın emekçilere, sendikacılara, sendikalara kapalı olduğu anlaşıldığında...
Sendikayı kapatmışlar… Sendikacıları da gözaltına alıp… Urganla bağlayarak,  Ortaköy’den Sirkeci’deki Sansaryan Han’a kadar yürütmüşlerdi… (Daha plastik kelepçe icat edilmemişti.)
•••
İşte şimdi tekrar sahneye çıktılar.
“Bir kişilik işi beş kişi yapıyorlar”, “Yan gelip yatıyorlar” demagojilerine rağmen…
İşsizliğe, yoksulluğa, taşeronlaştırmaya,  özelleştirmeye karşı alanlardalar.
Neo-liberalizme karşı direniyorlar.
•••
Bu sağlıkçılar… Başlangıçta sınıf olarak mücadelede pek yoklardı. Sosyalist harekette bireyler hep varlardı, ama.
Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı, Sevim Belli, Hayk Açıkgöz, Sevinç Özgüner, Nihat Sargın…
Dokuz yüz kırk altıda, gene… O zamanki tek parti diktatörlüğü demokratik açılım kararı aldığında…
TKP’nin eski lideri Şefik Hüsnü Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ni kurmuştu.
Altı ay sonra… Demokratik açılımın solculara, sosyalistlere, sosyalist partilere kapalı olduğu anlaşıldığında... Partiyi kapatmışlar… Şefik Hüsnü’yü Sirkeci’deki Sansaryan Han’a götürmüşlerdi.
Tam on beş gün, geceli gündüzlü on beş gün boyunca, bir an bile uyumasına izin vermeden bir sandalyenin üzerinde oturtmuşlar... (TKP’yle “faşist” sözcüğünü yan yana kullanma densizliğini gösterenler bilmez.) On altıncı gün, bütün vücudu ödemlerle şişip, bilinci kapanarak yere yığıldığında… Ancak o zaman bırakmışlardı. (Gene tek parti diktatörlüğü, gene demokratik açılım, gene urgan-kelepçe, gene işkence… Üfff, kâbus gibi.)
•••
Sonraları, dokuz yüz altmışlardan sonra… Tekmil sağlıkçılar sınıfı da toplumsal muhalefetin bileşeni olmuşlardı.
12 Eylül’de cuntanın mahkemelerinde yargılanmış… Seksenlerin sonunda, işçiler bahar eylemleri yaparken onlar da beyaz eylemlerle çıkmışlardı alanlara.
Son dönemde ise neoliberal saldırılara karşı direnişin ön saflarında yer aldılar… Kendi haklarını savunurken sağlık hakkını savunmayı da hiç ihmal etmeden.
Bugün bir kez daha alanlardalar…
“Bu yürüyenler hastayı hastaneden muayenehaneye çağıranlar”, “Gerçek doktor iş bırakmaz”, “Eylem, doktor değil örgüt işi” demagojilerine rağmen...
İş güvencesizliğine, gelir güvencesizliğine, taşeronlaştırmaya,  sağlıkta özelleştirmeye karşı direniyorlar.
•••
Tütüncülerle sağlıkçılar… Sağlıkçılarla tütüncüler…
Bugünlerde, neo-liberalizme karşı mücadelede, aynı tarihsel momentte, aynı fotoğraf karesinde, aynı alanlarda buluşuyorlar. (Sağlık adına tütün düşmanlığının zirveye çıktığı; dahası ölümlü kavgalara, linçlere, tehcire bahane yapıldığı bugünlerde…)
Dosta, düşmana; hep birlikte aynı şeyi anlatıyorlar.
İnsan soyunun en büyük düşmanının… İnsan soyuna -işsizlikle, güvencesizlikle, açlıkla, yoksullukla, sağlıksızlıkla- en çok zarar verenin… İnsan soyunu en çok tüketenin…
Kapitalizm olduğunu… Piyasa ekonomisi olduğunu… Neoliberal politikalar olduğunu.