Tarikatlar fink atıyor, sokakta ahlak polisi türedi, imam ‘silahlanın’ diyor. İktidar yaşananlara yol verirken, muhalefet ‘muhafazakarların’ gönlünü hoş tutma derdinde.

Ülkenin ‘normali’ dincilik mi olacak?
Taşoluk Yeşil Camii Kuran Kursu'nun icazet töreni öncesi yüzlerce cemaat mensubu İstanbul sokaklarında gövde gösterisi yapmıştı. (Fotoğraf: DHA)

AKP iktidarı önümüzdeki iktidar formülünü “dışarıda emperyalistlere tam biat içeride dinci gericilik” olarak belirledi. En tepedeki Erdoğan’dan bakanına, bürokratına, ittifak ortaklarına kadar bu formülün militanları olmuş durumda.

Erdoğan her konuşmasında kutsal değerlerden, aile yapısından, batıl olan olmayandan bahsediyor. Ayasofya’dan, başörtüsüne kadar sürekli kazanımlardan bahsediyor. Karma eğitimi tartışan bakanlar türedi. Diyanet İşleri Başkanı adeta şeriat savunucusu. Cumhur İttifakı’nın her bir bileşeni adeta en gerici önermeyi yapmak için yarış halindeler. Kadınlar, gençler ve çocuklar hedef tahtasına konulmuş kaderleri çiziliyor.

İktidar böyle olunca, en tepedekinden başlayarak tüm yönetim kadrosu koro olarak gericiliği savunur ve bunun propagandasını yaparsa, yasalar hatta Anayasa yok sayılırsa, bürokratlar tarikat lideri peşinden koşarsa sokak cehalete, şiddete teslim olur.

HİÇBİRİ TESADÜF DEĞİL

Seçimden önce başlayan ama özellikle 28 Mayıs sonra artarak devam eden dinci-gerici baskı hiç kuşku yok ki tesadüf ya da rastlantı değil. Meşru ve yasal olmayan hatta ülkenin toplumsal gerçekliğine uymayan ne kadar olaya varsa karşımıza çıkıyor. Cemaat ve tarikatlar birer pop yıldızı olmuş. Attıkları her adım televizyonlarda. Çok eşlilik, küçük yaşta evlilik, kadınların giyimi ve iş yaşamındaki rolü, gençlerin izlediği, dinlediği her türlü meselede en marjinal en gerici fikirler çok rahat ifade edilebilir hale geldi. O kadar yaygın bir şekilde önümüze düşüyor ki uzaktan bakan biri için ülkenin normali buymuş gibi gelebilir.

Cezalandırılmayacaklarını, kınanmayacaklarını hatta ödüllendirileceklerini bildikleri için büyük bir özgüvenle ona buna sataşıp, ceminin içinden ya da ekranlardan yurttaşları tehdit edebiliyor. İktidarın ülkeyi dinci bir karanlığa sürükleme politikası kuşkusuz bu tutumda önemli bir etken. Ama bunun kadar etkili olan bir başka olguda tüm bu yaşananları başka bir ülkede olmuyormuş gibi sadece izleyen laikliği ve gericiliği ağzına dahi almayan muhalefet partilerin varlığıdır.

İktidarın tüm gücüyle okula, hastaneye, hatta hapishaneye, toplumun her alanına dinci gericiliği sokma çabasında olduğu somut bir gerçeklik. Devlet tarafından desteklenen, zenginleşen, parayı bulunca da taraftar artıran, olanaklarını geliştiren tarikatların varlığı ise diğer önemli bir olgu. Tarikat, cemaat mensuplarının tüm kamu yapılanmasına çöktüklerini de görüyoruz. Buna 1950’lerden bu yana desteklenen neredeyse bir devlet politikası haline gelen İslamcılığın 22 yıllık iktidarını ekleyince fotoğraf daha berrak hale geliyor.

Laiklik savunmanın ülkenin en temel sorunlarından biri olduğu çok açık. Laikliği savunmak ise böyle bir iktidar karşısında muhalefetin ilk ve en önemli görevlerinden biri. Bu mücadelenin başörtüsüne güvence için yasa teklifi sunmakla, sürekli muhafazakar hassasiyeti tekrarlamakla olmayacağı çok açık. Bu görevi bugün Meclis çatısı altında bulunan ve kafası çok karışık olan muhalefet partilerinin de yapamayacağı çok net.

Yine görev, örgütlü örgütsüz halk güçlerine düşüyor. Okulda veli ile öğrencinin, mahallede kadınla gencin, işyerinde işçi ve sendikanın mücadelesi ile başarı sağlanabilir. Nerede gerici bir talep, uygulama eylem varsa orada karşı koyarak bu karanlığı püskürtmek mümkün olacak.

Gençlerin biribirine sarılmaktan, gözlerinin için akarak şarkılar söylemekten korktukları bir ülke haline gelmeyecekse en az gericiler kadar özgüvenle ve cüretle karşılarına dikilmek gerekiyor.