Karşımıza ilk kez 1995 yılındaki İstanbul Tiyatro Festivali’nde çıkmıştı. Sesini ilk kez Ses Tiyatrosunda duyduk, onu ilk kez orada sahnede gördük. Sonrakilere göre, nispeten küçük bir sahnede… Buğulu ve tarihin sayfaları arasından kopup gelen sesi, gizemli güzelliği ve karizması, yirmi yıldan fazladır elde ettiği başarılarla yaşayan bir efsane olmuştu zaten.  İnsanın elinde yazacağı konu hakkında […]

Karşımıza ilk kez 1995 yılındaki İstanbul Tiyatro Festivali’nde çıkmıştı. Sesini ilk kez Ses Tiyatrosunda duyduk, onu ilk kez orada sahnede gördük. Sonrakilere göre, nispeten küçük bir sahnede… Buğulu ve tarihin sayfaları arasından kopup gelen sesi, gizemli güzelliği ve karizması, yirmi yıldan fazladır elde ettiği başarılarla yaşayan bir efsane olmuştu zaten. 

İnsanın elinde yazacağı konu hakkında fazla malzeme olması da bir dert! Üstelik ben ‘konu’muzu, yani Ute Lemper’i ilk kez izlediğimden beri, o küçük salondaki neredeyse herkes gibi sihrine kapılıp sırılsıklam hayranı olmuştum. ‘Ute! Ute!” diye ileri uzanan elleri de ilk kez o zaman görmüştüm. Gösterisi bitince herkes mekânı aşka düşmüş halde, ruh gibi terk etmişti. Lemper, Ses Tiyatrosu’ndan sonra Lütfi Kırdar’da, Cemal Reşit Rey’de, İş Sanat’ta farklı repertuarlarla karşımıza çıktı. Bu sefer de Zorlu PSM’de ondan Marlene Dietrich ile Randevu’sunu, Marlene’in hikâyesini dinledik.

Özellikle İstanbul Caz Festivali münasebetiyle, çok daha büyük olan Lütfi Kırdar sahnesi ve salonundaki konserini unutamıyorum. Turnesinde olduğu yeni albümü “Punishing Kiss”ten şarkılar söylemişti. Onun için şarkılar yazıp gönül ferahlığıyla Ute’ye teslim eden seçkin müzisyenlerin eserleri: Nick Cave, Tom Waits, Elvis Costello’dan şarkılar. Bir de, İstanbul Müzik Festivali’nin yıldızı Philip Glass’ın “Streets of Berlin”i. Biz bu şarkıyı bir önceki yıl Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde dinlemiştik. “Kırık / Bent” adlı çarpıcı filmde, bir travestiyi oynayan Mick Jagger söylüyordu. Küçük, sefih bir bardaki bir travesti. Ute, “Biz şarkıya, bir kabare şarkısıymış gibi yaklaşmamayı seçtik” diyor. “Günümüz Berlin’inin yeraltı dünyasında, karanlıkta yükselen daha korkutucu, vahşi bir çığlık gibi ele aldık.”

Aslında çağdaş şarkı bestecileriyle çalışmayı evveleski istemiş ama Weimar Cumhuriyeti’nin kabare ve tiyatro dünyası ürünleriyle Fransız şansonları hep öne geçmiş. Sonunda, ve anlaşıldığı kadarıyla yapımcısı David Sefton’ın da gayretiyle, “Cezalandırıcı Buse” bütün etkileyiciliğiyle ortaya çıkmış. Daha başından itibaren insanı ürpertiyor. Zaten başlangıcı yeter. Nick Cave’in “Little Water Song / Küçük Su Şarkısı”, sevgilisi tarafından boğulan bir kızın son düşüncelerini yansıtıyordu. Joby Talbot’un nefis yaylı düzenlemeleri de müziğin ve sözlerin etkisini büsbütün arttırmıştı.

Ute Lemper gerçekten de komple bir sanatçı. Dans, tiyatro, kabare, sinema, yazı, resim ve tabii ki müzik… Öte yandan, onun performansının tadına varmak için sanatçıyı sahnede izlemek gerek. İnanın, dinlemekle izlemek arasında dağlar kadar fark var.

 “Marlene ile Randevu” ise, onun 1988 yılındaki bir telefon konuşmasından kaynaklanıyor. Ute o sıralar 24 yaşında, “Yeni Marlene” olarak lanse ediliyor. Başına buyruk, çılgın bir kız (Marlene gibi). “Bu onun hakkında anlatmayı tercih ettiğim hikâye. Benim ona saygı sunuş şeklim. Piyasada çok Marlene portresi var, bu ise benim yüreğimden geliyor. Hayatını benim filtremden geçirerek anlatıyor, şarkılarını benim sesimle söylüyor”.

1988’de Marlene’e yazıp yapılan benzetmeler için özür dilemiş. Sonra da Marlene telefon etmiş, üç saat konuşmuşlar. Marşlarını söylemeyen karmaşık tarihli iki Alman kadın… Ute, idolünün hikâyesini içselleştirmiş, onunla özdeşleşmiş. Ona asıl ihtiyaç duyduğunu sunamayışına üzülüyor. “Kaç yaşında olduğumu sordu. 24 deyince hayalkırıklığına uğradı. O bir kız arkadaş istiyordu, onunla eşit biri. Bense henüz aradığı kişi değildim”.

(Alıntılar, callmeadam.com’dan)