Bizim evdeymişiz. Balkonda uzun duruyormuşuz. Uzakta bir yere bakıyor, evin altındaki ağaçların yeşil dallarının üstünde, hiç durmadan konuşuyormuşuz. İdil yeni doğmuş, pembe bir kundaktaymış. Ben arada bir kundakta kıpırdayan, parmağını çıkardıkça ona dönüyor, sonra yine balkondan uzaktaki o noktaya bakmaya devam ediyormuşum. Doksanların ikinci yarısında, nemli, deniz kokan bir İstanbul akşamıymış. Bir sebeple evime gelmiş, Tanrı misafiri değil, yoldaşlık ahvalindeymişiz. Birkaç gün ama sanki bin yıllık bir hasbıhal, hep saklı bir umut, çetin bir kavga ve zafer sözleriymiş birbirimize dediğimiz. Galiba Ekşi Elmaların Özgürü gibi konuşuyormuş, o geceler. Ben unuttum, o anlattı bana, sakin bir Ankara gündüzünde, yaşımız kırkı bulmuşken. Sonra aniden geceye karışmış gitmiş, nedense görüşememişiz. Veli öyle dedi.

Ben erkenden aile olmuşum. O bir vakit sağda solda, yoldaşça buluşmalarda bulunmuş, içeri düşmüş ansızın, İstanbul Uğur Mumcu’daki o ev, balkonundan Kartal denizini gösteren ev, kundakta İdil bir rüyaymış. Sert bir sorgunun ardından, çeşit çeşit hapishanelere, bitmeyen yargılamalara, saatler süren sloganlı duruşmalara, terli öfkeli celselere, sonra koğuşlara, hücrelere, maltalara, sigaraya, avukata, hep zamanında gelen yâre, görüşmeciye düşmüş yolu. Yoldaşça kahkahalar, sigara dumanlı sohbetler, bir umut kaynağı olan kitaplar ve slogandan sözler şimdi çok uzakmış. Hapishanede, duruşmada, hücrede, maltada ama o uzaktaki noktaya bakmaya hep devam etmiş. Veli öyle demedi ama öylecesine baktı.

Sonrası herkesin hikâyesidir aslında. Cezaevlerine hâkim olamadığını ilân eden devlet, başta İstanbul tüm yurtta hazırlıklara başlamış. Gazeteler, televizyonlar, radyolar, meclis kürsüsü, telgraflar, genelgeler, kravatlı yetkili nefret dolu diller, artık tarihe bir büyük yalanın yazıcısıymış. Hapishane silah doluymuş, örgütler gardiyanları esir almış, hapse düşen militan olup çıkıyormuş, hapishane değil hücre eviymiş, koğuş değil oda tek çareymiş, yalanın biri bin paraymış. Veli de dedi, ben de gördüm, herkes yaşadı.

Bolu’dan, Kayseri’den, Hakkâri’den, Eğridir’den yetişmiş özel komandolar, gökte kaçan kuşun kanadından vuran safkan nişancılar, stajını sınır boylarında yapmış kelle toplayıcıları, ruhsuz iş makineleri, uzman psikologlar, doktora sahibi sosyologlar, sela okumaktan bitap düşmüş imamlar, tekmili birden göreve hazırmış. Cezaevlerine operasyon, hayata dönüş şartmış. İlk saldırı Ulucanlara, Deniz’in asıldığı ağacın yanındaki koğuşlaraymış. Deniz’in idamından çeyrek yüzyıldan da çok sonra, o kederli ağaç yine genç ölüleri görmüş. Hasan Ali Toptaş’ın gürgeni gibi, üzerine kan sıçrayan ince bir dal gözyaşı dökmüş, başka bir dal gözlerini sessizce avluya kapatmış. Sonrası Burdurmuş, Veli anlattı.

Veli ve arkadaşları sırayı bekliyormuş. Aniden bir dozer koğuşun duvarını delmiş, ilk öne çıkan Veli’ymiş. Dozerin kepçesini tutmuş uzun kollarıyla, çelikten, betondan, harçtan, yıkımdan gelmiş dozer sendelemiş, makine ile insan bir cephedeymişçesine, göğüs göğüse çarpışmış. Veli dozeri, dozer Veliyi itmiş, arkadaşları için bir canlı, arkadaşlarını yok etmek için gelen bir cansız, kanla çelik, insanla makine, çıt çıt bir mekanizma ile coşkuyla çarpan bir yürek çatışmış. Duvar delinmiş, dozer durmuş, Veli düşmüş, dozerin demir tekerleği dönmemiş, kepçesi başını eğmiş, makine susmuş. Veli kolunu bırakmış, arkadaşlarını kurtarmış, insan makineyi yenmiş.
Yıllar sonra buluştuğumuzda bir kolu yoktu. Bir kahraman değildi, arkadaşlarını kurtarmış, cezaevi vahşetini dünyaya duyurmuş sıradan bir adamdı. Bizim oralarda, bir zamanlar bir Kolsuz Musa vardı, yoksa Haydar Karataş’ın romanında mıydı, onu hatırladım. Bana sarıldı tek koluyla, tek koluyla konuştu, tek koluyla içti çorbasını, büyümüş İdil’e baktı sevgiyle. Onunla bu defa Ankara’da bir sokağın balkonundan baktık, uzaktaki o noktaya. O dedi, ben dinledim, yıllar sonra gürgen ağacı bendim.

Veli Saçılık kandan, ateşten, demirden gelenlere karşı yeşilden, topraktan, candan gelenlerin soyundandı. Burdur’un o ani bastıran şafağında, o taştan duvarın önünde tek başına durarak, arkadaşlarını koruyarak herkese armağan ettiği hayatın bedelini bir kere daha ödedi dün. Ölümü müjdeleyenlerin sinsice çıkardığı ölmüş bir yeni kararnameyle -kolundan sonra- yıllar sonra işinden de oldu. Bu dava böyle bitmez, Veli diyor, herkese.