Google Play Store
App Store

Son kriz döneminden çarpıcı bir örnek daha vereyim: Ekim 2008-Ekim 2009 döneminde Türkiye’de yabancı sermaye “net çıkış” gösterdi. Aynı aylarda 11,7 milyar dolarlık kayıt dışı fon akımı gerçekleşti. Ekonomik krizin patlak vermesini önleyemedi, ama yabancı sermaye çıkışlarını telafi ederek bunalımın derinleşmesini frenledi

Yakın gündemde kriz var mı?

İki yıl önce Türkiye, beş kırılgan yükselen piyasa ekonomilerinden biri unvanını kazanmıştı.

Yaygınlaşan bir kabule göre, bu tür ülkeler için bir kâbus senaryosu söz konusudur: Sermaye girişlerinde ani durma veya tersine dönme ile tetiklenen bir kriz… IMF’nin son Türkiye raporu, bu tehlikenin ülkemiz için de geçerli olduğunu belirtmektedir. Geçen yılın ikinci yarısında döviz fiyatlarının hızla tırmanması, iktisat çevrelerinde «acaba?» sorgulamasına yol açtı.

Birkaç gün önce TCMB tarafından yayımlanan 2016 ödemeler dengesi istatistikleri, Türkiye’nin durumunu bu açıdan değerlendirmemize imkân veriyor. Zira, sermaye hareketleri bilgisi bu istatistiklerde yer alır.

Bu verileri gözden geçirirken 2016’nın Türkiye için yeknesak bir yıl olmadığına dikkat etmek gerekiyor. Sadece ülke siyaseti değil, dış kaynak akımları bakımından da Temmuz öncesi ve sonrası ayrışmaktadır.

Ben de 2016’yı ortadan bölerek iki tabloda inceliyorum. Sermaye hareketlerini bir önceki yılla karşılaştırmak anlamlıdır. 2015 ve 2016’nın Ocak/Haziran aylarıTablo 1’de;Temmuz-Aralık bulguları Tablo 2’de yer alıyor.

2016’nın ilk altı ayı: işler yolunda

2015, finans kapital açısından sıkıntılı bir yıl olmuştu. Büyük çevre ekonomilerine dönük sermaye akımlarında 800 milyar dolarlık daralma gerçekleşmişti. Türkiye de bu ortamdan etkilenmiş; 2015’te yabancı sermaye girişleri, bir önceki yıla göre %29 düşmüştü.

Ocak 2016’dan sonra, kötümserlik dağıldı. “Risk iştahı” yükseldi; “yükselen piyasalar” yeniden çekici hale geldi. Türkiye de bu yeni ortamdan “bol kepçe” payını aldı. İlk altı ayın bilançosunu içeren Tablo 1, satır 1, yabancı sermaye girişlerinin on iki ay öncesine göre üçte bir oranında arttığını gösteriyor. (Bu tablolarda girişler +, çıkışlar – değerler ile gösterilir.)

Yerli sermaye hareketleri, yani Türkiyeli rantiye, şirket ve bankaların ülke dışına aktardığı fonlar, normal ortamlarda yabancı sermaye girişlerinin altında seyreder. Bu, Türkiye’nin emperyalist sisteme bağımlı bir çevre ekonomisi olduğunu gösterir. Satır 2 bu durumu doğruluyor. Ocak-Haziran 2016’da yerli burjuvazinin sermaye ihracı, yabancı sermaye girişlerinin onda biridir. Ayrıca, önceki yıla göre 10,3 milyar dolar düşmüştür.

Kayıt dışı döviz akımlarıda sermaye hareketlerinin bir öğesi olarak karşımıza çıkıyor. Aşağıda tartışacağım gibi bu akım son yıllarda genellikle net giriş göstermiştir. 2016’nın ilk altı ayında da kayıt dışı para girişi (satır 3) sürmektedir, ama azalarak...

Toplam sermaye, anlaşılacağı gibi, bu üç öğenin (yabancı, yerli ve kayıt dışı akımların) toplamına eşittir. Bu toplam, Ocak-Haziran 2016’da, önceki yıla göre %59 oranında artış gösteriyor. Yerli burjuvazinin dış dünyaya aktardığı “sızıntı”nın düşmesi de etkili olmuştur. Ocak-Haziran 2015’te toplam sermaye akımları cari açığı kapatamamıştır ve aradaki fark, rezervler eritilerek karşılanmıştır. 2016’daki döviz bolluğunda ise toplam sermaye akımları cari açığı aşmıştır ve fazlalık rezerv birikimine dönüşmüştür.

İster yabancı sermaye, isterse toplam akımlar üzerinde odaklaşalım, 2016’nın ilk altı ayı dış kaynak girişlerinde yüksek oranlı bir canlanma gösteriyor. Bu etken, aynı dönemde toplam tüketimin %7 oranında yükselmesine katkı yapmış; Ocak-Haziran 2016’da büyüme hızı %3,9’a ulaşmıştır.

15 Temmuz sonrası: yabancılar kaçıyor; yavaşlıyor…

Dış dünyada 2016 başlarında canlanan sermaye hareketleri, Türkiye›de, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra durakladı. Bu şoka, sonraki ayların Türkiye›ye özgü olumsuzlukları eklenecekti: OHAL’in ekonomik uygulamaları, siyasî belirsizlikler, Eylül’de Moodys’in, sonra da Fitch’in Türkiye›nin kredi puanını «çöp» düzeyine indirmesi…

Dünya ekonomisinde de olumsuz bir ortam oluşmaktaydı: Haziran’da Brexit, Kasım’da Trump’ın başkanlığı şoklarını, Aralık’ta FED’in faiz kararı izledi.

İç ve dış şokların birlikteliği karşısında Türkiye, sözü geçen “kâbus senaryosu” içine sürüklenmekte midir?

2016 Temmuz-Aralık dış kaynak hareketlerini özetleyen Tablo 2’ye bu soru çerçevesinde bakalım.

Yabancı sermaye hareketleri, iki farklı etkenin altında seyretmiştir. Yabancılar ikiye ayrılıyor: Bir bölümü gerçekten kaçıyor; yani net çıkışa yöneliyor. Bir bölümü ise hâlâ giriyor; ama yavaşlayarak… Ayrımın dökümünü, tablodaki verilerin ayrıntılarından, arka planından çıkarıyoruz.

“Net çıkış” gösteren birinci grup yabancı bankalar, alacaklılardır. Temmuz-Aralık 2016’da kredi akımları tersine döndü; Türkiye net borç ödemeye başladı.

Sayılara bakalım: 2015’in ilk altı ayında Türkiye’ye 12,9 milyar dolarlık kredi genişlemesi gerçekleşmişti. 2016’ın aynı aylarında ise, bankalar net kredi akımını kesmişler; 1 milyar dolarlık dış borç anapara ödemesi yapılmıştır. Piyasadaki döviz talebinin önemli bir bölümü, şirketlerin dış borç finansmanı çabalarından kaynaklanmıştır.

“Kaçan yabancılar”ın ikinci grubu ise rantiye sermayesidir. “Normal” finansal ortamlarda bunlar hisse senetlerine, devlet kâğıtlarına, hatta mevduata para bağlarlar; ortam bozulunca çıkarlar. Moody’s’in puan düşürmesi, kurumsal (büyük) yatırımcıları Türkiye’den uzaklaştırmıştır. Bu kalemlerde de 1,1 milyar dolarlık “net çıkış” vardır. Ancak, TL yeterince ucuzlayınca “perakende” yatırımcılar, fon yöneticileri için çekici kazanç olanakları doğmakta; “dönüş” gündeme gelebilmektedir.

Kredilerden, borsadan çıkışları yabancıların doğrudan yatırımları kapatmıştır. Bunlar, şirket, gayrimenkul satın alan; üretken yatırımlara dönük akımlardır. Sabit varlıklara bağlanmış, şirketleşmiş olan bu yabancı sermaye hızla çıkıp gidemez. Olsa olsa giriş temposu yavaşlar. 2016’nın son altı ayında bu durum gerçekleşmiştir: 12 ay önce 10,3 milyar dolar olan doğrudan yabancı yatırımları 6,8 milyar dolara düşmüştür.

Kısacası, bankalar, spekülatörler kaçıyor; yatırımcılar yavaşlıyor. Hepsinin Temmuz-Aralık 2016 bilançosu, hâlâ “net giriş” kaydetmektedir: +4,7 milyar dolar ve önceki yıla göre %69’luk daralma… (Tablo 2, satır 1).

Cankurtaran simidi: karanlık para

Gelelim yerli ve kayıt dışı sermaye hareketlerine… Bunlar, yabancı sermaye akımlarındaki gerilemeyi telafi mi ediyor? Pekiştiriyor mu?

Yerli şirket, banka ve rantiyelerin dış dünyaya sermaye ihracı devam etmektedir; ancak 5,1 milyar dolarlık bir gerilemeyle… (Tablo 2, satır 2).

Asıl belirleyici olan kayıtdışı, esrarengiz, “karanlık” fon akımlarındaki sekiz misli artıştır. 9,2 milyar dolara ulaşan bu döviz kaynağı, cari işlem açığının %68’ini karşılamış; yabancı sermaye girişlerindeki daralmayı hemen hemen telafi etmiştir (Tablo 2, satır 3).

Tablo 1’e dönünüz ve dikkat ediniz: «İşler yolunda” seyretmekteyken; yani Ocak-Haziran 2016’da kayıt dışı döviz hareketleri “giriş” göstermekteydi; ancak, uluslararası finansal akımların durgunlaştığı bir önceki yıla göre azalarak…

Son kriz döneminden çarpıcı bir örnek daha vereyim: Ekim 2008-Ekim 2009 döneminde Türkiye’de yabancı sermaye “net çıkış” gösterdi. Aynı aylarda 11,7 milyar dolarlık kayıt dışı fon akımı gerçekleşti. Ekonomik krizin patlak vermesini önleyemedi, ama yabancı sermaye çıkışlarını telafi ederek bunalımın derinleşmesini frenledi.

Esrarengiz fon akımları, “net hata-noksan” adını taşır; eskiden “istatistik hataları” olarak yorumlanırdı; fazla önem taşımazdı. Türkiye verileri 1984 sonrası için karşılaştırılabiliyor. İlk on dokuz yıl boyunca “artı”lar “eksi”leri götürmekte; 1984-2002 bilançosu “sıfır”a yakın çıkmaktadır: -2,5 milyar dolar… Bu bulgu, “masum, tarafsız istatistik hatası” yorumuna hak kazandırıyor.

Sonraki on dört yılda bu kalem sistematik olarak “giriş” yönünde değişmiştir. 2003-2016’nın bilançosu çarpıcı bir “artı”dır: +41,7 milyar dolar… AKP iktidarına özgü, yeni bir olgu, “esrarengiz”, kalıcı bir dış kaynak türü oluşmuştur. Üstelik, dış ortamın bozulduğu, Türkiye’ye sermaye girişlerinin düştüğü her dönemde artarak devreye giren bir cankurtaran…

Kayıt dışı döviz girişlerinin 2011’den itibaren tırmanması dikkat çekmektedir. Komplo teorileri tutkunlarının ve savaş muhabirlerinin katkılarını beklemeliyiz. İnceleme alanları bellidir: Irak, Suriye savaşları; cihatçıların lojistiği, finansmanı; Körfez devletlerinin hesapları, liderlerinin, zenginlerinin Türkiye ile çıkar bağlantıları…

Cumhurbaşkanı’nın son Körfez gezisinden sonra “dolar yakında 3,50’ye inecek” demeci, belki de öngörüye, beklentiye değil, bilgiye dayanmaktadır ve ciddiye alınmalıdır.

Kriz gündeminde miyiz?

Temmuz-Aralık 2016’da yabancı sermaye akımlarındaki daralmanın boyutu, önceki yılın altı aylık milli gelirinin %2,8’ine denk gelen olumsuz bir şoktur. 1994, 1999, 2001 ve 2009 krizlerinde ise, yabancı sermaye akımlarının «tersine dönüş» boyutu, milli gelirin %7-%11’ine ulaşmıştı.

Daha da önemlisi, 2016’nın son altı ayında toplam sermaye hareketleri düşmemiş; tam aksine iki misli artmıştır. Yabancılar kaçmakta; yavaşlamaktadır; ama, öncelikle «karanlık para» bu olguyu fazlasıyla telafi etmekte; toplam sermaye akımlarını yukarı çekmektedir.

Yukarıda değindiğim dört kriz döneminde ise toplam sermaye hareketlerinde “net çıkış” veya sert düşme söz konusudur ve “tersine dönüş”lerin milli gelire oranı %4-%9 arasında değişmiştir.

Temmuz 2016 sonrasında Türkiye ekonomisini etkileyen sermaye hareketleri istikrarsızlık, çalkantı göstermiştir; ancak bunlar da bir krizi tetikleyecek boyutta, biçimde ani durma söz konusu değildir.

2017’nin ilk altı ayı belirleyici olacaktır.