İncelik selamla başlar, hal hatır sormakla, gülümsemekle. Dünyaya da göz aydınlığı dilemek gerekir. Öyle ya hepimiz onun evinde oturuyoruz.

DERSİMİZ 4 

KONUMUZ Almak istediğim dersler... 

Yalnızca bir ders alma hakkım olsaydı... Hangisi olurdu diye elbette uzun uzun düşünmem gerekir. Gördüğümüz görmediğimiz, işlediğimiz işlemediğimiz dersler, hepsinden olabilir, akla hayale gelmeyenler de! 

O bir ders “Sezgi Dersi” olurdu. Sezmenin de dersi olur mu demeyin, bunun da şiiri olur mu demeye benziyor bu, şiir her şey olabilir ve her şeyin de şiiri olabilir. Sezgi de sağlık gibi her şeyin başında gelir. Kendini, başkalarını, yeryüzünü, evreni kavrama, anlama, duyumsama sezgiyle başlar ve onunla da bitmez, sürer. Aşktan daha uzun boylu olduğunaysa hiç kuşku yok! Sezgi yalnızca içsel bir süreç değil, düşüncelerimizi ve duygularımızı paylaşma sanatı aynı zamanda. Öyle ya uzgörülü olmak öngörüleri de paylaşmayı gerektirmez mi? Görülecek çok şey var değil mi, içgörü, durugörü, uzgörü, öngörü, hepsi de sevgiye çıkar, sezgiye diyecektim, ikisi de aynı şeye çıkar, iyiliğe, anlayışa, onarmaya, özene... Bu dersleri yalnızca öğretmenlerden almıyoruz tabii, bazen çocuklardan, gençlerden, ümmilerden, hayvanlardan, mesellerden, masallardan, kitaplardan, tabiattan...  

İki ders alabilseydim ikincisi... Hiç kuşkusuz “Anlayış Dersi” olurdu! Hepimizin gereksinimi var mı bir şey diyemem, ama çoğumuzun var, benim de. Toplumsal anlaşma başka nasıl sağlanacak yoksa, bu bir, ikincisine gelince, “Toplumsal Sözleşme”nin farklılıklar üzerine kurulmadığı bir kitle toplum mu sayılacak topluluk mu? Bu haliyle ve halimizle “dağınık pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / ve dağınık pazar yerlerine memleket”. Nedense sonra pek “fiyakalı” bulduğum bir cümle vardı bir yazımda, sonra bazı yerlerde, yazılarda kendi cümleme rastlayınca, belki de alıntılanma nedeni diye düşünüp fiyakalı bulacaktım onu: “Kimsenin kimseyi anlamamak üzere anlaşmış bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz.” Havası bir yana hâlâ aynı görüşteyim. Anlaşmamak üzerine bir anlaşmamız var. Şairlere bakılırsa bu doğal, “ne çıkar siz bizi anlamasınız da” dediğini duydum Edip Cansever’in, Attila İlhan’sa “Olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması” diyecektir o sıra. Özdemir Erdoğan’ın şarkısını elbette hatırlıyorum, “sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir” diyor ve katılmamak ne mümkün! ‘Gönül bu ota da konar .... ..” sözünü niye seviyoruz, tam da bundan! Ama anlaşmakla anlamak aynı şey değildir zaten, anlaşmamak üzere anlaşabiliriz kuşkusuz, ama sakın ola anlamamak üzere anlaşmayalım!  

Üçüncü derse gelince durdum ve böyle yazınca sanki sıralıyormuşum gibi yazdığımı düşündüm. Oysa sırası yok ve olmamalı da. Şimdiki ders belki de yaşamda en değer verdiğim şey benim için, “Diğerkâmlık Dersi” ya da “Özgecilik Dersi”. İnsanı bencillikten önleyen, aşırı bencillikten alıkoyan bir ders ki Ariflerin Menkıbeleri ya da o minvaldeki tüm kıssalar, meseller, hikâyeler, kitaplar da bunun üzerine kuruludur. İnsanın geçiciliğini kavrama yolculuğunda da ilk durak budur. Metin Altıok’un dizeleri de bunu duyurur: “Bazen düşünür müsün sen de / başka bir şeymiş gibi kendini?” Düşünelim diyedir. Önceliği vermek, önce ben dememek, deniz yolculuklarında tehlike ânında “önce kadınlar ve çocuklar” diyen terbiyeye uygun davranmak. Yaşam yolculuğunda bunu genelleştirmek, çoğaltmak, yaygınlaştırmak, kendini başkasının yerine koymak ve o başkasının sen olduğunu düşünmek, böylece sakinleşmek, iyileşmek, benliğinden vazgeçmek. Bencillik azaltır, vazgeçmek çoğaltır. Ötekini anlamayı, kendini onun yerine koymayı kolaylaştırır, inat ve ısrar diye çoğu kez kararlılık olarak yansıtılan, oysa korkunun, düşmanlığın ayak diremesinden başka bir şey olmayan savunmayı da kırar. Sınırların açılması, duvarların yıkılması gibi iyi şeylere yol açar. En azından “antroposantrik”, yani insanmerkezli düşünme biçiminde çatlağa yol açar ki bunun bir adım sonrası da “antropomorfizm”dir, yani “insani” diye gördüğümüz niteliklerle başka birisi, başka bir şey olmanın da kapısını aralamış oluruz. İnsana tapınmamanın yolu insanmerkezli düşünceden vazgeçmekle başlar. “Önce can sonra canan” biçiminde çokça dile getirilen ve gerekliliği neredeyse tartışmasız kabul edilen pek uyaklı pek şirin gözüken düşünceyi de “önce canan sonra can” olarak değiştirip okumak da mümkün olacaktır böylece.  

Dördüncü ders, hayvan dersini ayrı bir yazıda işleyeceğimizi belirtmeyi unutmadan,  

“İncelik Dersi” olsun. “Adab-ı Muaşeret” ya da yeni adıyla “Görgü Kuralları” Dersini işlemiştik, o derste de bir miktar değinmiş olabiliriz ama incelik başlıbaşına ve her gün, tıpkı vitamin gibi, almamız gereken bir ders. Günaydın deyip başlanması gereken. İncelik insanın yalnızca kendi gününü değil başkalarının gününü de aydınlatan, güzelleştiren güzel işlerdendir çünkü. İncelik selamla başlar, hal hatır sormakla, gülümsemekle. Dünyaya da göz aydınlığı dilemek gerekir. Öyle ya hepimiz onun evinde oturuyoruz. Bakmayın ev sahibine bu kadar işkence edip acı çektirdiğimize, o sık sık şurda burda bunun hesabını soruyor herkese! İnceliği yalnızca sevdiğimiz ya da bizi sevmesini istediğimiz insanlara gösterirsek, bu gösteriş olur doğrusu! Bunu hiç beklemeyenlere de, tanımadıklarımıza, yüzünü belki bir daha görmeyeceklerimize ve elbette ağaçlara, sulara, çiçeklere, hayvanlara, evlere, yollara da göstermemiz gerek. 

Ben de almak istediğim dersler diye başlamamışım gibi vermek istediğim derslere çevirdim yazıyı! Gevezeliğimden de hepsini yazamadım, üçü de başka derse kalsın artık! 

ANA DÜŞÜNCE Hayat okulsa, ders de sokaktadır. 

YARDIMCI KİTAP Paradoks Diyalektika: Derdini Anlatamayanlar İçin Ansiklopedi, Haydar Ergülen, KırmızıKedi Y.