Kapitalistlere göre de, o da bir din değil mi, üstelik dinlerin en beteri, kötüsü, uğursuzu, Pazartesi kutsal olmalı, öyle ya en az 5 gün sömüre sömüre çalıştıracakları milyarlarca insan var!

Yardımcı Ders Kitabı 101: En kutsal gün, kutlanandır!

DERSİMİZ Perşembe 

KONUMUZ Çarşambanın Gelişi 

“Gün gün ile barışmalı/kardeş kardeş duruşmalı/koklaşmalı söyleşmeli/korka korka yaşamak ne?” Hasan Hüseyin unutulmaz “Acıyı Bal Eyledik” şiirinde böyle der. Barış koyalım günlerin adlarını ama çoğu kez “günler ölüm haberleriyle geliyor”dur. Çünkü “günler ağır”dır: “En güzel dünyaları/yaktık ellerimizle/ve gözümüzde kaybettik ağlamayı/bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp/gözyaşlarımız gittiler...” diyecektir Nâzım Hikmet de “Güneşi İçenlerin Türküsü”nde. 

“Güneşli günler göreceğiz”, güzel, mavi günler de, hepsinin de mavi olması gerekmiyor ama, Edip Cansever’in “Yaz Mutluluğu” şiirinde “Güneşli günler de sıkabilirmiş insanı/bir rastlantı gibi gelen mutluluklar da” dediğini de yabana atmamalı. Günler de renk renk ve hepsinin halet-i ruhiyesi farklı, insanın eşref saati gibi vakitleri var onların da! Kimine göre beş vakit, kimine göre üç vakit, bazıları içinse hiç vakit! 

Devletin dini yok diyoruz ya, ben buna günü de ekliyorum. Devletin dini ve günü yoktur! İnançların vardır o da inananları ilgilendirir. Cuma Müslümanların, Cumartesi Musevilerin, Pazar Hıristiyanların günü. Diğer günleri de kutsal bilen, o gün ona göre davranan inanç toplulukları vardır kuşkusuz, vardır da dünya yalnızca inananlara mı mahsustur, biz hiç gün yüzü görmeyecek miyiz yahu? 

Ohoooooooo günden bol ne var bayım, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe senin olsun derseniz hayır demem, hatta ikisinin arasında da kararsız kalırım, hangileri mi onlar, hangileri olacak Çarşamba ya da Perşembe! Bir kutsallıkları yok bildiğim kadarıyla! Bazen Çarşambacıyım bazen Perşembeci! Perşembede üzümler hafiften buğulanıyor gibi geliyor bana, üzümün buğulanması da akşama doğru oluyor, tam da yazdan güze geçerken üzümün aklına ne düşüyorsa artık o anda, gözyaşlarını hisli hisli içine akıtırken buna gönlümüz razı olmuyor elbette ve onu teselli etmek için bir kadehe dolduruyor “can olsun cem olsun aşk olsun” diyerek sevgimizi gösteriyoruz ona. Biz, “biz üzüm yaratılmadan önce sarhoştuk!” diyenler kadar gönül adamı, divane, tasavvuf ehli, ermiş, derviş, her neyse o cihete mensup olmadığımız için, üzümü seviyor, güz üzüm burcuna girdiğinde o güzelin aşkıyla kendimizden geçiyor ve Yahya Kemal üstadın “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler/Son meclisi cam üstüne cam olsun erenler” neş’esiyle, üzümün kızının göz kırpmasına daha fazla dayanamayarak dem bu demdir diyoruz. 

Fena halde perşembeciymişim meğer, Perşembe der demez daha sözlerim nasıl da buğulandı görüyor musunuz? “Çarşambanın geliş Perşembeden bellidir” sözü de bu yazı için söylenmiş gibi... Ama değil! Niye? Perşembenin üzümünün çarşambaya faydası yok da ondan! Hem öyle her gün her gün, vakt-i kerahat olur mu mirim, perşembedeeeeen perşembeye olmalı ki insan özlemeli, üzümün kızı gözünde tütmeli, kadir kıymet gösterdiğini bilmeli, hafif kederlerden içli gülüşlere gidip gelmeli, sonra belki neşet’ten “çıkageldi bir gözleri sürmeliiiii” diye uzatmalı, nasıl uzattığına kendisi de şaşırmalı, parlattığı kadeh gözlerini de parlatmalı!  

Perşembeye ilan-ı aşk! Bu derse gelinceye dek ben de bilmiyordum, fakat gizli bir hayranıymışım meğer! Siz de Perşembeye dair güzellemeler duyuyor olmalısınız son zamanlarda, nerdeyse Cuma akşamlarının yerini almaya başladı Perşembe! Ya da şöyle diyeyim: Hafta sonu Cumadan değil Perşembeden başlıyor sanki! 

Doğumu da vedası da Ağustosa rastlayan Can Yücel’in Sevgi Duvarı’ndaki “ne kadar rezil olursak o kadar iyi” deyişini, onun da razı olacağı biçimde “ne kadar az çalışırsak o kadar iyi” diye söylersek belki Perşembenin kıymeti daha iyi anlaşılır. Dünyanın hızla büyük bir yol ayrımına gittiği zamanlardayız, sanki iki gezegen ya da dünyanın iki kutbu, kuzey ve güney diyelim, birbirlerine hızla çarpıp parçalanacaklar. Bir yanda eşcinsel evliliklerden çeşitli özgürlüklere dek demokrasi yükseliyor, çalışma saatleri azaltılarak insanlara daha çok yaşama zamanı ve olanağı tanınıyor, öbür yanda emekli olma yaşları iyice yükseltiliyor, devlet terörü kurumsallaşıyor, mülteci düşmanı aşırı sağcı, dinci, ırkçı, faşist hareketler büyüyor, bu partiler iktidara gelecek ya da ortak olacak oranda oy alıyorlar. 

Az çalışmak için az çalışmadık! Böyle diyenlerin işçi sınıfından çıkacağı günler umarım uzak değildir ya da şunu, az çalışmak için çok çalıştık! Kim bilir belki de gecesinin Perşembenin bitişini kutladığı gece olacaktır o. Orada, o gecede olmayı kim istemez? Çok sık tekrarladığım, çünkü çok sevdiğim ve çok doğru, çok haklı bulduğum dizesi gibi Engin Turgut’un: “Hüznün mesaisi bitti/şimdi insan olma vakti!”  

Kutsal günler çok, hatta yetmiyor, bazı günler farklı kültürler ve inançlar tarafından kutsal kabul ediliyor. Bunları da biraz önce öğrendim: Ezidiler için Çarşamba kutsalken, Aleviler için Perşembe kutsal, Fars mitolojisinde de Çarşamba kutsal yine. Nazlı babaannem “Salı günü Ali günü” derdi, o gün evde temizliğe başlanmaz, yeni bir işe girişilmezdi. Kapitalistlere göre de, o da bir din değil mi, üstelik dinlerin en beteri, kötüsü, uğursuzu, Pazartesi kutsal olmalı, öyle ya en az 5 gün sömüre sömüre çalıştıracakları milyarlarca insan var! 

Bize göre hava hoş, hatta bize her gün kutsal! Rahatça çalışıp dinlenebileceğin, gezip eğlenebileceğin, eş dostla görüşebileceğin günden kutsal ne olabilir? Hem laik hem kutsal bir arada neden olmasın, ben yazı, şiir yazabileceğim, okuyabileceğim her günü kutsal sayıyor ve bunu laik gerekçelerle yapıyorum! 

ANA DÜŞÜNCE Devletin dini de olmaz, günü de! 

YARDIMCI KİTAP Gündökümü, Tomris Uyar, YKY.