DERSİMİZ Ekonomi
KONUMUZ Eşya

Cemil Meriç dünyadaki kaosun nedenini uzun uzun düşünmüş, pek çok yanıtlar vermiş, yetinmemiş, yeni sorular ortaya atmış. Kaosa bulduğu en esaslı karşılıklardan biri, insan ve eşya arasındaki ilişkinin ters olduğu: “İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için.” Ona göre dünyadaki kaosun nedeni de, eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır.

Eşya, şeyler, varlıklar, nesneler... Şeylerin çoğulu. Zaten şikâyetçi olduğumuz konu da bu. Eşya deyince artık ev geliyor aklımıza, evdeki dolaplar, takımlar, mobilyalar... Eşya taşıma şirketleri de evleri taşıyor, işyerlerindeki büro malzemelerini. Ne tuhaf onlara eşya değil büro malzemesi deniliyor. Hepsi eşya oysa.

Ne tesadüf, tam ekonomi dersi adı altında ya da kılığında diyeyim bu dersi hazırlarken, Türkiye’deki eşek sayısının yıllar içinde nasıl azaldığını gösteren bir tablo gördüm ve çok üzüldüm: 1991’de, nerdeyse 1 milyon olan eşek sayısı, 2022’de 86 bine düşmüş, kaynak TÜİK. Duyuyordum, okuyordum, efsanevi Kıbrıs Eşeğinin de artık yok derecesine düştüğünü de biliyor ve ona ayrıca üzülüyordum.

Diyeceksiniz ki eşya ile eşek arasında nasıl bir ilişki kuruyorsun? Ses benzerliğinden başlayan bir ilişki bu. Nerdeyse eşanlamlılığa varan bir yakınlık. Eşeklere yük taşıtıldığı zamanlardan kalma, hem yük hem insan. En sevimlisinin Keloğlan olduğu insanlar. Zavallı eşek ve katırlar, taşımadıkları şey kalmamış! Şimdilerde de kimi turistik çiftliklerde çocukların, yetişkinlerin binip tur attığı midillilerin, atların yanında eşekler de var!

Eşya yük, eşeğin taşıdığı yük. Yük, fazlalık. Sadece eşeklerin değil insanların da taşıdığı yük, yüklendiği eşya. Dünyanın ağırlığına karşın zamanın hızla geçmesi. Ve üretilenden çok tüketme mucizesi! Sözün de yük olduğu zamanlar!

Dersin adına karar veremedim, ekonomi dersi dedim, felsefe dersi de olabilir, sosyoloji haydi haydi olur, yurttaşlık bilgisi niye olmasın, Gündelik Hayatın Eleştirisi de yakışırdı bu dersin adına, tabiat da, dahası da... 

Anadolu’da gebe kadınlara ‘yüklü’ denir, üzerinde çocuk taşıdığı için, doğal bir tanım. Yüklü olan yalnızca gebe kadınlar değil artık, hepimiz yüklüyüz. İnsanlar, hayvanlar, doğa, gökyüzü, denizler, ovalar, kırlar. Çöp de diyebilirsiniz yükün bir bölümü için. Ama asıl olarak eşyanın insanı insanlıktan, özveriden, diğerkâm olmaktan, dayanışma ve paylaşımdan çıkaran ağırlığı, fazlalığı, asıl olarak da vazgeçilmezliği. Louis-Ferdinand Celine’in romanının adını hatırladım, Taksitle Ölüm, (yky, çev: Simla Ongan).

Birdenbire değil taksitle öldürüyor eşya. Yavaş yavaş gerçeklikle bağımızı inceltiyor, zayıflatıyor, kişisel dertlerimizi, sorunlarımızı, sorumluluklarımızı siliyor, unutturuyor, uyuşturucu gibi sahte ve geçici bir haz dönemi yaşatıyor, düşlere daldırıyor, sonra birden feci zamanlara uyandırıyor, ama olsun yeni bir eşya, yeni bir alışveriş, 6 taksit, 2 taksit de bizden!

İnananlar ‘dünya bir imtihandır’ derken, bu dünyanın geçici olduğunu, aslolanın, kalıcı olanın, gerçek dünyanın ölümden sonra yaşayacakları dünya olduğunu söylüyorlar. Onların inancı bu. İnanalım ya da inanmayalım, asıl dert, ağırlık, yük yaşadığımız dünyada. Sistemin, kapitalizmin bizi eşyaya tutsak etmesinde ve ömür boyu eşya cezasına çarptırmasında! ‘Eşyanın tabiatı’na bile aykırı bir durum bizimki, ‘insanın tabiatı’na zaten aykırı! Kendimizi soktuğumuz durum da cabası, bir alana bir bedava gibiyiz!

‘Dünyayla imtihan’ kimilerine göre dinle, imanla; bize göreyse eşyayla, fazlalıkla, ağırlıkla, gereksiz yükle... Başka bir yük daha var, Rebekka Endler’in Eşyaların Patriyarkası’nda sorduğu “Dünya Kadınlara Neden Uymaz?” sorusunun yüklü yanıtı gibi. Her şeyin erkeklere uyarlı olduğu bir dünya, örgütlenmesi erkeklere göre yapılmış bir dünya. Yükünü kadınların çektiği bir dünya. Fazlalığın yine kadınların üstüne kaldığı ve onların suçlandığı bir dünya. Ve eşyanın ağırlığının da, fazlalığının da, suçunun da kadının üstüne kaldığı bir dünya. Neyin karşılığı olarak? Toplumsal örgütlenmenin, toplumsal işbölümünün yol açtığı mutsuzluğun, ödül ve armağan gibi sunulan karşılığı olarak!

Eşekler insanın yükünü çekmekten yoruluyor, ölüyor, soyları tükeniyor. O güzel gözlü, masum, mahzun eşekleri çocuklarımız, torunlarımız belgesellerde görecekler artık. 2030’da yani 7 yıl sonra eşek soyu silinecekmiş yeryüzünden! Öte yandan kapitalizmin bolluk, zenginlik, çeşitlilik olarak sunduğu eşya, başta ev kadınları olmak üzere çalışan, işçi sınıfından, beyaz yakalı, işsiz, köylü tüm kadınları köleliğe, tutsaklığa sürüklüyor, bir avuç beyaz erkek dışında kendilerini muktedir sananlar da dahil olmak üzere erkekleri kabalaştırıyor, vahşileştiriyor, şiddete eğilimli kılıyor ve yarışma, öne geçme hırsıyla rekabet içinde çürütüyor, öldürüyor.

Eşya depremde üzerimize düşer, öldürür, dolaplar, kitaplıklar duvara sabitleyip sağlamlaştırmazsak üzerimize yıkılır, öldürür, yalnızca depremde ve birdenbire değil, eşya her gün içerden, ahşabı yiyen güve gibi, yavaş yavaş kemirerek, çürüterek öldürür, öldürüyor.

Eşyanın zulmünden kaçmak, yeryüzünde insana, hayvana daha çok yer açmak, daha fazla zaman tanımak ve dünyanın hızından kurtulmak, evleri sahte saraylara çevirmemek, ve tüketimin tahakkümünden, baskısından uzak yaşamak için yeni bir ders lazım bize. Yalnızca ekonomi dersi değil kuşkusuz, yaşam dersi, biyoloji, ekoloji, dünya dersi... 

Bu dersleri almazsak eşya dersimizi verecek bize, veriyor da...

ANA DÜŞÜNCE Eşyada ‘hikmet’ aranmaz!
YARDIMCI KİTAP Eşyaların Patriyarkası, Rebekka Endler, çev: Çiğdem Canan Dikmen, İletişim Y.