Anayasa Mahkemesi’nin nihai kararı gibi söylemem gerekirse, şiirin anayasaya olduğu gibi kadının da anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorum bu arada.

DERSİMİZ Antropoloji  

KONUMUZ Yaratıcılık 

Ve Tanrı Kadını Yarattı, Roger Vadim’in filminin unutulmayışı, sinema eleştirmenlerine göre, çok iyi bir film olduğundan ve sinema tarihinin unutulmazları arasına girdiğinden değil! O yıl 22 yaşında olan, güzelliğin sarışın ikonu Brigitte Bardot’nun başrolünü oynadığı, üne kavuştuğu ve erotik arzu nesnesi olarak onaylandığı bir film olduğundan.1956’da çekilen film Türkiye’de de 1958’de gösterime giriyor ve papazlara, rahiplere “Allaha emanet ol!” dedirten çağdaş yayınevlerimiz gibi, Tanrı yaratıcı olarak görülmediğinden belki de, Ve Allah Kadını Yarattı adıyla oynuyor sinemalarda!  

Kadını Allah mı yarattı Tanrı mı, ne önemi var, önemli olan şu: Kadın dünyayı yarattı! Yaratıcı kadındır ve üstelik bu bir defaya mahsus değildir, yaratıcılığı her koşulda ve süreklidir. Ben Vadim’in filmini bunu hatırlatan adı için seviyorum en çok:  

“Ve Tanrı Kadını Yarattı, Kadın da Yeryüzünü Yarattı” diye düşünmemize olanak verdiği için. 

Dersin adına Kadın Dersi diyemeyeceğim için Antropoloji Dersi dedim, nedenine gelince efsane hoca Nükhet Sirman’dan, 1979 ya da tam 80 senesi olabilir, ODTÜ Sosyoloji’de aldığım Antropoloji dersinde, girişte de yazdığım gibi konumuz kadındı. Şimdi notları nerededir bilmem, “Peyami Safa Romanlarında Kadın Sorunsalı” gibi bir “paper” yazmıştım, “sorunsal”ı klişe diye yazıyorum, öyle yazmamışımdır, o sözcüğü sanırım başka hiçbir yazımda da kullanmadım, ama buna benzer bir başlığı vardı.  

Uzun zamandır Kadın Çalışmaları diyoruz kadınla ilgili olan eski yeni her şeye. olabilir. Bazı çalışmaları çok sonraya bırakmışız, ertelemişizdir, bazen de aradan öyle çok şey, zaman filan geçmiştir ki, başladığımız yerde kalmıştır, dönüp bakmamışızdır, yahut da vakit olmamıştır... deyince yazıya bu anlık lezzet nereden geldi diye insan sevinmez mi bakıp bakıp kendine? Birdiniz iki oldunuz, ey sevgili şairler, güzel şiirler! 

“Vermeye az buldunuz / yahut vakit olmadı” demişti “Sevgilerde” Behçet Necatigil, Edip Cansever’se “İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine” diyecektir “Bu Gemi Ne Zamandır Burada” şiirinde. Bunların dersimizle, konumuzla ne ilgisi var diyene, yeryüzünde iki şeyle, şiirle ve kadınla ilgisi olmayan hiçbir şey yoktur desem... Demiş bulunurum işte. 

Bir şair daha ve onun artık savsöz haline gelmiş dizesi, “akrep gibisin kardeşim”, evet “kardeşim” sözcüğü erkek olarak tınlıyor tınlamasına ama doğrusu kimsenin de tındığı yok bunu! Yeryüzünü kadının yarattığına inanmayan bazı düzler hariç elbette! Varlığı bir övgü olan kadın yarattığı yeryüzü karşısında büyülenen, fakat bundaki kadın parmağını görmeyen kişiye gülümser ancak. İnanılmazı oldurmayı, mucizeyi gerçekleştirmeyi, tarihi yazmayı erkekten bekleyen bir dünya için, yeryüzü elbette korkutucu olacaktır, varlığını tehdit eden, “böyle buyurdu erkek” demeyen, dese de “erkek”i uzatarak “errrrrrkek”liklerle dalgasını geçen, en korkutucusu da bu olmalı, zalım padişahın “işte o zaman .....” diye içine güz, sözüne kış düşmesine benzer bir yıkılış, çöküş ânının geldiğini söylüyor bize kadın. 

Sınıfsal değil ama türsel bir çığlığa dönüşmüş gibi her şey, “Birleşin yeryüzünün tüm erkekleri!” diye umutsuz bir çaba da gözlenmiyor değil, gözlense de umutsuz! Kadınlar, kız kardeşler, cadılar, mor çatılar, hatun kişiler, yerin göğün suyun yüzleri. Uzun zamandır herkes gibi diyeyim, ben de dünyayı kadınların kuracağını, yeryüzünü yeniden yaratacağını, daha kurtulamayan, töre, ev, din, çevre, mahalle, koca, çocuk, akraba, gelenek baskısından, henüz “günaydın kaysıyı sallayan yele / kurtulan dirilen kişiye” diyemediğimiz “günaydın”la beklerken onların özgürlüğünü, yalnızca kadınlar kadınları mı, kadınların erkekleri de kurtaracağını düşünüyor, umuyor, özlemle bekliyorum ki aranızdan biri de “erkek kafası işte, kadınları överken de kendini düşünüyor” desin! Yani o derece güveniyor ve inanıyorum kadınlara! Hatta “kurtuluş yok tek başına” şiarımızda bile bir değişiklik yapıyor, “kurtuluş yok erkek başına / kadınlar olmadan asla!” diyorum! 

Adını Nükhet Hoca’yı selamlayarak Antropoloji koyduğum bu ders gayet dağınık bir biçimde ilerlerken, bunun görünen nedenlerinden birinin, dünyanın en zor konularından biri hakkında yazmak olduğunu söyleyebilirim. Hatta bugüne değin yazmaktan en çok kaçındığım iki konudan biri olduğunu da söyleyebilirim ki, öteki aşk. Şiir filan yazdım yazıyorum aşk konulu, kokulu ama aşk korkulu demek daha doğru olur bunlara! 

 Aşktan da korkuyoruz kadından da. Bunun sınıfsal, toplumsal, ekonomik, siyasal, zihinsel, sosyolojik, psikolojik nedenleri vardır ama galiba en çok da doğal bir nedenledir. Bilinmeyene duyulan korku bir miktar olsa da içinde, asıl yaratıcıya duyulan hayranlık ve saygıyla donanmış büyüleyici bir korku olduğunu düşünüyorum bunun. Düşünüyorum çünkü korkuyorum, korkuyorum çünkü düşünüyorum!  

Dersimiz Antropoloji, konumuz kadın demişim! Tam yazının burasında “yahu ben ne diyorum?” deyip hemen değiştirdim, konumuz: yaratıcılık yazdım, bi rahatladım bi ferahladım sormayın!  

Şimdi bu cesur mu demeli gözü pek mi, kendi yazımdan söz ettiğimi anlamışsınızdır, yazının bir başlangıç olduğunu ve ders vermek gibi olmasın ama yeni yeni söz aldığımı da unutmayın lütfen! Diyeceksiniz ki “bu yaşta mı?” eh kadının yaşı yoktur madem kadına dair konuşmanın da yaşı olmamalı, geç olmasın yeter! Anlamaya çalışmak da zaman almış olabilir, tabii hâlâ anlayabildiğim anlamına gelmez bu ama en azından çabalıyorum. Topa tuttukları Anayasa Mahkemesi’nin nihai kararı gibi söylemem gerekirse, şiirin anayasaya olduğu gibi kadının da anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorum bu arada. 

Sanığa son sözü soruldu. Sanık “son sözüm budur sayın yargıç” dedi:  

Anaların öfkesi katilleri boğacak! Kadınların aydınlığı karanlıktaki kadınları da kurtaracak!  

ANA DÜŞÜNCE Ve kadın yeryüzüne yaşam verdi! 

YARDIMCI KİTAP Kadın, 3 cilt, Simone de Beauvoir, çev: Bertan Onaran, Payel Yayınları, 1971-93.