Sınırları ve sınıfları kaldırmak, giderek daha da yakıcı bir özlem, en güzel rüya ve uğrunda savaşın sürdüğü en onurlu eylem.

DERSİMİZ Dünya  

KONUMUZ Başka ne olsun? 

Bazen dünyaya niye geldik, geldim diye düşünürken, yok varlık sorgulaması, varoluş sancısı gibi kaygılarla değil ya da öyledir de, ben anlamsız bir biçimde, o da niyeyse, bunu inkâra yelteniyorumdur, aşk olmasa niye gelir insan dünyaya derim. Bu pek değişmez ama halet-i ruhiye adlı yoldaş, biliyorsunuz siz neredeyseniz ne haldeyseniz o sizden evvel varmış ve sizi bekliyordur orada, ona bağlı olarak işte, şarkının da tesiriyle, “bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” kafasıyla gezindiğiniz olur kendi çemberinizin dairesinde.  

Bu düşüncelerden çoğu dünyaya ilişkindir elbette, yuvaya mı demeli sılaya mı yoksa gurbete mi, hepsinin hal içinde olduğu yaşayışlar, düşünüşler, anlayışlar vardır ve bunların bir bölümünü felsefeciler tartıp sorgulayıp temellendirmeye çalışırken, üstünü şairlere bırakırlar, ki onların işine de karışmasınlar, kendi kendilerine ve kendi aralarında oynasınlar, eğlensinler, vakit geçirsinler diye dünyayı bir ayaktopu, eltopu, kafatopu gibi atarlar ortalarına!  

Belki de şiir bunun için vardır, dünyayla uğraşmak, onunla aramızdaki ilişkiyi düzeltmek, bozmak, onarmak için yazılır. Yaşamak dediğimiz şeyin hep dünya için çalışmak olduğunu fark eden şeye şiir deniliyordur belki de. Kumarhane kuralı gibi, ne kadar oynarsan oyna hep kasa kazanır! Ne kadar yaşarsan yaşa hep dünya kazanır! 

Ne yazık ki sınıflı bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Sınırları ve sınıfları kaldırmak, giderek daha da yakıcı bir özlem, en güzel rüya ve uğrunda savaşın sürdüğü en onurlu eylem. Ülkeleri, insanları, dilleri, kültürleri ayıran ve şimdi olduğu gibi neredeyse kapısından içeri girmenize, bir arkadaşa bakıp çıkmanıza bile izin vermeyen bir sistem bu dünya. Yarını kurup sınıfları kaldırmakla sınırları kaldırmak aynı düşüncenin düşü ya da aynı düşün düşüncesi. Bir Gün Mutlaka! 

Hindistan’da anayasayla yasaklanmış olmasına karşın kast sistemi sürüyor ve en altta, sınıf bile sayılmayan, “dokunulmaz” olan Paryalar var. Başka ülkelerde de yazılı olmayan sistemlerde sınıfsal hiyerarşi azgınlaşarak, kalınlaşarak sürüyor ve kim ne derse desin, aksini söylesin, eğsin büksün, liberal dedikleri vahşi dünya düzenine uygun inceliğe uydurmaya çalışsın, eşitsizlik adaletsizlikle birlikte arşa çıkıyor. 

Öyleyse bir kez daha, kaldıralım sınıfları, kaldıralım sınırları!  

Dünyanın tüm ezilenleri, yoksulları, işçileri, işsizleri, köylüleri, ezcümle hem varsızları hem de yoksuzları, ikisi de aynı anlama gelen ilginç sözcükler varsız ve yoksuz, demek ki yoksulluğun sözcükleri de yoksul, birleşin demişti Usta, dediği dünden daha da geçerlidir yoksa bunu dediği kesimler tümden geçersiz olacaktır, olacağız... Dedim ve kendimi de katarak, şiir yazdığım dönemlerde kendimi şair saydığım ve kıvançta değil ama “tasada ortak” bir mezhebe mensup olduğum için diyeyim, şairlerin de sanatlar, edebiyat, felsefe, tarih, coğrafya, sosyal bilimler ve entelektüel çevrenin paryaları olarak dünyanın dibinde yer aldığını söylemenin tam yeri diye düşündüm! Yoo “halime bak dertli çal kemancı!” şarkısının eşliğinde söylediğim bir şey değil bu, sadece dünyanın derdi, ağırlığı, yükü, çöpü mesleki görev tanımı ve dağılımı planı çerçevesinde şairlere ayrılmış sanki diye düşündüm. En pis işleri Türklere, Kürtlere, Çingenelere, Afrikalılara, Asyalılara, Suriyelilere, Doğululara yaptırıyorlar denildiği gibi tıpkı, Avrupa’da ve her yerde!  

Şairlere de en ağır işi yaptırıyorlar ve onları dünyayla baş başa, yapayalnız, karşı karşıya ve bu türden kimsesizlikler içinde bırakıyorlar. Kimler mi onlar? Sami Baydar’ın da nerdeyse tüm yaşamıyla, şiiriyle uğraştığı Dünya Efendileri!  

Dünyaya niye geldiğimiz sorusuna verilebilecek yanıtlardan biri de, dersimizi almaya geldik olabilir. Öyle ya, dersi olmayan şey yok, bahçe dersi var, gökyüzü dersi, ay dersi, su dersi, var var da bunca derse karşın neden her şey geriye gidiyor? Ne tuhaf, çocukken geleceğe bakarken, koşarken, sonraları durdukça ekşiyoruz ve geriye bakıyoruz, hem de bilmediğimiz, yaşamadığımız kadar geri zamanlara! Canımız çok sıkılıyor belli, bunca geriye gitme isteği yalnızca can sıkıntısıyla mümkün çünkü! 

Bu şiir dersi değildi ama neden bilmem söz oraya ve şairlere geldi! Belki dünya, efendi, ağrı, leke deyince hemen şiir beliriveriyordur orada. Dünya Ağrısı, Dünya Lekesi, “Dünyanın derdi bitmez böyle arkadaş!” Yalan Dünya, “Adaletin bu mu dünya?” dünya bu, “derdim dünyadan büyük.” 

Dünyanın gölgesine kimi bağlasan, durmaz denilmiş midir, peki, dünya bir keder ağacı mıdır aslında? Dünyanın altında neler olup bitiyor, haberimiz var mı? Böyle dediğime bakıp da “yaa işte sizin bilmediğiniz neler oluyor!” diyeceğimi sanmayın, benim de haberim yok! Ben yalnızca bir “hissiyat” olarak diyeyim, tıpkı eski gemilerdeki kürek mahkûmları, forsalar gibi, nasıl onlar denizi bile görmeden yalnızca kol gücüyle küreklere asılıp gemiyi ilerletiyorlarsa, şairlerin de aslında dünyayı bile görmeden imge gücüyle dünyayı yazıp durduklarını düşünüyorum. Sanki şairler dünya için yazmayı bırakırlarsa dünya batacakmış gibi! Kimbilir belki de şairler dünya dönsün diye vardır! Dersimiz dünya, derdimiz dünya! 

Felsefeciler kadar, hatta onlardan da çok şairlerin dizeleri dünyayla aramızda bir sözleşme gibi duruyor, çoğalıyor, sürüyor. Dünya şairleri her anlamda dışlasa da, şair saflığı mı demeli yoksa budalalığı mı onlar yine gidecek başka yerleri olmadığından, didişmeyi sevdiklerinden, fazla bir şey bekleyip ummadıklarından ve zamanla, şiirin zamanından söz ediyorum burada, bir dervişe dönüştüklerinden, “bir lokma bir dünya” diyen ve inandıkları “öbür dünya”yı da buna katık etmekten ar duymayanlara karşı “bir lokma bir hırka” inancını sürdürüyorlar. 

Belki de en büyük umut şairlerin sabrında gizlidir, “yakarsa dünyayı garipler yakar”dan mülhem “kurarsa dünyayı şairler kurar” yeniden ve daha güzel, adil, eşitlikçi, özgür bir dünya olur sabırla kurulan, hele temelinde şair hevesi varsa! 

ANA DÜŞÜNCE Şiir, dünyayı değiştirmek isteyenlerin yoldaşıdır.  

YARDIMCI KİTAP Poetik Varlık, Yücel Kayıran, Everest Yayınları