Yağmur yanar, “Su da Yanar” çünkü, gözyaşlarının yandığı ve düştüğü yeri yaktığı gibi. Şimdi her şey bir ateşin içindedir. Yitiklerin ateşi, güzün için için yanan ateşi, yaklaşan kışın ateşi. Tıpkı ateşten üşüdüğü gibi insanın. Üşürüz yanar gibi. Yaşam dersi bitmez, öldükten sonra da sürer.

Yardımcı Ders Kitabı 101: Yağmur gidenler içindir

DERSİMİZ Yağmur  

KONUMUZ Gözler  

Yağmur yağdı, gözlerim doldu. Yağmur dindi, gözlerim yandı. Çok zamandır yoldaydı gözlerim. Çok zamandır uzaklara bakmaktan dalgındı, yorgundu, dumanlıydı. Geçen yaza bakmaktan olabilir. Gelecek yazın yolunu gözlemekten de. Göz yazın ne yapacağını, nereye bakacağını bilemez, yorulduğunu da bilemez, yazdır, “al gözüm seyreyle” zamanıdır, güzün nasılsa dolar, boşalır, acır, yanar, söner, içine çekilir, kendine kapanır denir. 

Yağmur yağar “her dereler sel alır”. Yağmurun, güzün akla ilk düşürdüğü gurbettir, “gurbete gideni gelir mi sandın?” Yağmur ve gözler, ikisi de yağışlı olduğundan birbirlerini ararlar. Uzun uzun birbirlerinde konuk kalırlar. Bazen eylüldür, bazen ekim, bazen ikisi de birbirlerini aratmayan aylar olarak hüzün dönencesinde ve keder burcunda kalırlar.(Hüzün dönencesi ve keder burcunu, süsleme sanatından bu yazı için ödünç aldım, gözyaşı mevsimini biraz daha vurgular diye, bu arada dönence sözcüğünü de ilk kez yazıyorum!) 

Yağmur yağar “kirpiklerin ıslanır”. Güz usul gelişlidir, sanılır ki güz gelince insan kendine yaklaşır, hatta içine döner, kendini kapatır. Güz geçer, yıllar geçer, insan güzle kendinden uzaklaşır. Bir gün sanki evin kapısını açık bırakıp, güzün çağrısına uyup gidecek, bir daha da geri dönmeyecektir. Güz sızısı dedikleri belki de budur. 

Gidenler artar, dönmeyenler çoğalır, kayıplar bulunmaz, güzün çağırdıklarından bir daha haber alınmaz. 

Yağmur yağar “taş üstüne”. Her gidenle birlikte eski anılar, zamanlar, gidenler bir daha gider. Güz göçü başlar. Yağmur değdiği yeri yakar. Gözü yakar, gönlü yakar. Bazen bir damlası yeter, dolmuş olan taşar. Söz taşar, sessizlik taşar. Uzaklar taşar. İnsan kendinden taşar. 

Yağmur yağar “zülüflerin ıslanır”. Karacoğlan gönüllere seslenir. Derdi olan acısına yaslanır. An gelir, acıdan sözler paslanır. Ne kendine kaçabilirsin ne bir yere. Ne yağmur umar olur ne şiirler! Böyle kötü bir yazı yazmış mıydım dersin, hiç kuşkun olmasın, daha kötülerini de yazdın! Halet-i ruhiye tam da böyledir, kötüysen daha kötü olursun, iyi olacak halin yok ya!  

“Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?” Gülten Akın’ın şiirini kışın okumuştun, düpedüz genç olduğun düpedüz kışlardan birinde ve memleket yine kışlayken! Kışın kışladığı ilk kışlandı senin! Şiirdeki gibi olmuştu, “son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş / düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya / hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.”Bazen ölümdür hüznü bir köşesinden tutup kaldıran, o son kaçkınlar, şarabi eşkıyalar da ölümleriyle, onların genç ölümlerinden duyulan utançla, o zamanlar utanmak ve mahcubiyet sözlüklerden de çıkarılmamıştı henüz gönüllerden de akıldan da, kısa bir bahar yaşatmışlardı, hâlâ şuramda! Acıları da kısacık gençlikleri de bahar da... 

“Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?” Çok şey anlatası varmış. Bazen konuşur gibi yağar, bazen susar gibi, şarkı gibi, ağıt gibi, müjde gibi, hatta şiir gibi yağdığı da rivayet edilir. Yağmur ne zaman yağsa geçmiş açılır insanın kalbinde, “ne gitti ne kaldı?” Yağmur hatırlatmak için yağar belki de unutturmamak için. Herkesin dağına göre kar yağıyorsa, yağmur da herkesin kalbine göre yağıyordur. 

Yağmur yanar, “Su da Yanar” çünkü, gözyaşlarının yandığı ve düştüğü yeri yaktığı gibi. Şimdi her şey bir ateşin içindedir. Yitiklerin ateşi, güzün için için yanan ateşi, yaklaşan kışın ateşi. Tıpkı ateşten üşüdüğü gibi insanın. Üşürüz yanar gibi. 

Yaşam dersi bitmez, öldükten sonra da sürer. Bi kez hayata gelmeyegör! “Gelmek mi zor gitmek mi zor?” diye diye geçer ömür. Eksile eksile geçer. Uykular eksilir, geceler, vakitler, dostlar seyrekleşir, yüzler silinir ve tütmeye başlar her şey. 

Yağmur yağar, uzaklar tüter, toprak tüter, dünya tüter. Tütmeyen ne var? Ayrılık tüter, hasret tüter, gurbet tüter, burnumuzda tüter, gözümüzde tüter, fikrimizde, ruhumuzda. Yağmur döne döne giderken, bazen gönüller yıkayıp bazen de yıkarken, günün hangi saati olursa olsun bir yağmur saati, yağmur vakti vardır. O zamanlarda yağsa da yağmasa da insan bir bulutlanır, bir yağmurlanır, sonra diner ve tütmeye başlar. Şiir de sanırım tütme hallerinden biridir ve o vakitlerde usul usul damlamaya ya da dumanını savurmaya başlar. 

Yağmur yağar, gün yanar, Üzgün Kediler Gazeli sokakları tutmaya başlar, gidenler burnumuzda tüter, gözümüz yoldan ayrılmaz, Göçmüş Kediler Bahçesi bu güz yeniden ortaya çıkar. Gülten Akın “kediler, incitilmiş küçük kızlar” der. Güz uzun tüter. “Kalbin elem günleri”ne dek güz olur. 

ANA DÜŞÜNCE Yağmur geçici olduğumuzu hatırlatır. 

YARDIMCI KİTAP Göçmüş Kediler Bahçesi, Bilge Karasu, Metis Yayınları.