Yardımcı Ders Kitabı 101 | Yıkarsa gericiliği kadınlar yıkar!
DİRENİŞ DERSİ
DERSİMİZ: Direniş
KONUMUZ: Kadınlar, dayanışma, laiklik
Kaçıncıydı anımsayamadım, hazret de çıkaramadı. 1980’den önce, ODTÜ’de düzenlenen Sosyal Bilimler Kongresi, aklımda ikinci diye kalmış, bildiriler sunuluyor, tartışılıyor, ara veriliyor, tekrar salona girilecek, iki hocaların hocası, ellerinde ziller, herkesi, diğer hocaları, biz öğrencileri içeri çağırıyorlar gülüşerek. Biri Mübeccel Kıray, devridaim olsun, diğeri 100. yaşını kutladığımız Nermin Abadan Unat, ömrü uzun olsun. Kongrede kimler vardı, neler konuşuldu hepsini unuttum, iki kadını, iki hocayı unutmadım. 40-45 yıl önceki eğlenceli davetleri hâlâ gözümün önünde. Yine olsa, uça uça gitsek!
Nermin Hocayı Boğaziçi direnişinde, atanmış rektöre sırtını dönerken gördüm ve ‘ey atanmış olmayı içine sindiren rektör bey, tarih bile size sırtını dönüyor, anla artık!’ demek istedim ama o sanırım ‘tarih mi, o da neymiş, talih yüzüme gülüyor ya yeter!’ diye düşünüyor olmalı! Üstelik öncekinin akıbeti daha gözler önündeyken! Önceki adamcağızın en son kendisi duydu rektörlük görevinden alındığını, üzülmedim ama acıdım! Bir insanın düştüğü, düşürüldüğü haller, zavallılığı, yazık...
Nermin Hoca hep inandığım ve güvendiğim bir şeyi söylüyor, ‘kadınları ayakta olan ve direnen bir ülkeye kimse diz çöktüremez!’ Şimdi Afganistan’ı karanlığa boğan ama en çok da kadınları diri diri gömen dinci örgüt, bunu bildiği için kadınlardan korkuyor ve onların ayağını sokaktan kesmeye çalışıyor. Biliyor ki kadını eve hapsederse onu köleleştirir ve yaşayan ölü haline getirir! Bu yaratıklara, zihniyetlerine, rejimlerine ve onları destekleyenlere ne denir bilemiyorum, bulamıyorum!
‘Örgütlü halk yenilmez’, laikliğin değerini bilen kadınların güçlü olduğu bir ülkeyi de kimse şeriatın karanlığına sürükleyemez. Cumhuriyet’te Tuğba Özer’le söyleşen Hoca, başlığı atmış zaten: ‘Yılmak yok, dayanın!’(29 Ağustos 2021, Pazar) Çocukken babasız kalıyor, Budapeşte’deyken annesi artık paralarının olmadığını söyleyince, Türk Büyükelçiliği’ne gidiyor, 14 yaşında, demek ki yıl 1935, büyükelçi bilet, para ve yemek kuponu verip Türkiye’ye yolluyor. Hoca Atatürk’ü de görmüş, Troçki’yi de, mühim adamları, büyük devrimcileri görmüş yani. ‘Laiklik bizim için hayat memat meselesi’ diyor, Anayasasından laikliğin çıkarılmasına uğraşılan ülkemizde. Laiklik mi kaldı dememek gerekiyor, kalanına sahip çıkmak bile değerli. Kadınların, iktidarın ‘üç çocuk yap, evde otur, paranı al!’ rüşvetine kanmadığını söylüyor: “Bizim kadınlar fevkalade direniş kabiliyetine sahip. Müthiş güvenim var. Yarın daha fazla baskı yaparlarsa kadınlar da daha fazla direnecek. En ufak olayda bizim kadınlar ortaya çıkıyor. Buradan Taliban’a karşı protesto düzenliyorlar. Fevkalade dayanışma hissi var.”
Nâzım Hikmet’in dizesi içimi serin sular gibi ferahlatır hep: “ben iyimserim dostlar akarsu gibi.” Hoca da iyimser, çünkü o kadın olmanın gücünü, Türkiye’de kadın olmanın önemini yaşamış, biliyor, “zaten kadınlar yaşam boyu dayanırlar. Çocuklarını büyütürken, kocalarına...” diyor, sürdürelim, sisteme, tacize, gericiliğe, eşitsizliğe. Bir de uyarısı var kadınlara, “İster özel ister kamusal hayatınızda sabretmek ama mücadele etmek lazım. Yalnızca sabredip öyle oturmak değil, ortaya çıkmak, protesto etmek...” Kendisi de bunu yapıyor işte, tam 100 yaşındayken üstelik öğrencilerine, meslektaşlarına, kadınlara, gençlere örnek oluyor. Şahane bir örnek! Boğaziçi’ne de dayanışma göstermek için gittiğini söylüyor: “Ben ayakta zor duruyorum ama” diyerek dayanışmanın önemini vurguluyor.
Direniş kadınlarla sınırlı değil fakat ‘itici güç’ dedikleri öncülük kadınlarda. Dünyayı da kadınlar yaratmadı mı, kurmadı mı? Soylarında Amazon ruhu taşıyan da onlar, haksızlığa, zulme karşı susmayan, “biz korkmayız ondan bundan” deyip ön saflarda döğüşenler de! Ve Neşet Ertaş’ın saf bir söyleyişle vurguladığı gibi, insan olan da onlar, biz sadece insanoğluyuz! Ve “umut ile sevda ile düş ile” dayananlar da direnenler de önce kadınlardır her zaman, Ahmed Arif’in yazdığı gibi.
ANA DÜŞÜNCE: Yaşam, kimsenin duasıyla değil, kadınların doğasıyla güzelleşir.
YARDIMCI KİTAP: Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes, çev: Hakan Atalay, Ayrıntı Yayınları, 1989
ADALET DERSİ
DERSİMİZ: Adalet
KONUMUZ: Hak, hukuk, huzur
Hangisi önce gelir? İş, ekmek, özgürlük, sağlık, huzur...Bunlara eklenecek çoktur, adalet ve özgürlük felsefenin kadim sorusudur, çünkü insanın sorusudur. İkisi de birbirinin yanıtı olmayıp birbirinin sorusudur. Özgürlük yoksa adalet var mıdır, adaletin olmadığı yerde özgürlük bulunur mu? Birinin varlığı diğerinin de varlığı, birinin yokluğu diğerinin de yokluğudur.
Timur Selçuk “Özgürlük” şarkısında “Özgürlük ekmekten sudan öte/özgürlük en yüce aşktan öte” der, biz de severek, inanarak mırıldanırız, “özgürlük vazgeçilmez bir sevdadır yüreklerimizde” çünkü. Bazı sesler, bazı şiirler, bazı insanlar daha da çok inandırır bizi buna. Timur Selçuk gibi, Nazım Hikmet gibi, Yannis Ritsos gibi.
Bazen ‘tek başına özgürlük yeter mi?’ diye kaygıyla, inanmazlıkla sorulduğu da olur. Yetmez tabii yeter mi, “kurtuluş yok tek başına/ya hep beraber ya hiçbirimiz” denildiği gibidir özgürlük de. Yoldaşı adalettir. “Adaletsiz padişahın ateşler düşşün köşküne!” dediği gibidir Âşık Mahzuni Şerif’in. Gerçi, doluluğuyla, zekâsıyla, diliyle tiyatromuzun öncülerinden, ne yazık ki erken gidenlerden Ferhan Şensoy’un ‘Adalet dedikleri o kadar da adil bir şey değilmiş!’ dediğini de, kim bilir uğradığı kaç haksızlık, hadsizlik, hukuksuzluk karşısında, unutmamak gerekiyor ama artık a’sı d’si bir yana gölgesi kalmamış bir kavramı yine de hep aramak, istemek, haykırmak gerek.
Tüm dinlerin, felsefelerin, inançların, dünya görüşlerinin ortak düşüncesi olup da, eskiden yeniye uğruna verilen mücadelenin hiç bitmediği kaç şey hatırlıyorsunuz? Dindar olanlar ya da görünenler Hazreti Ömer’in adaletini dillerinden düşürmezler, galiba cümlenin devamına gerek yok, evet sadece dillerinden düşürmezler, ezberlemişler! Hayali bir zaman, hayali bir ülke düşlüyorlar belki de, orada düşledikleri de hayali bir adalet besbelli! Belki de sadece dindarlara, inananlaradır bu! Eski devirde vardı yoktu, şimdi bu zamanda yaşadığınız ülkede var mı adalet, siz adil davranıyor musunuz, ona bakın!
Adaleti yasal, hukuksal bir şey sanıyoruz, bakanlığı da var ya, hatta adliyeler de var adalet dağıtma yerleri! Adalet orada mı? Yasalarla mı sınırlı yalnızca? Evlerden işyerlerine, eğitimden üretime, bilgiden teknolojiye, hayvandan doğaya, oralardaki haksızlıkları, zulmü, eşitsizlikleri hangi mahkeme hangi yargıç giderecek, adaleti sağlayacak? Yoksa Ruhi Su’nun, Pir Sultan Abdal’dan havalandırdığı o güzel ama sızılı deyişteki gibi mi olacak, “Yorulan yorulsun ben yorulmazam/derviş makamından ben ayrılmazam/dünya kadısından ben sorulmazam/kalsın benim davam divana kalsın” mı diyeceğiz? “Kırkların divanı ulu divandır” tamam eyvallah da, bu da biraz adalet deyince Hazreti Ömer’i hatırlamak gibi. Hatırlıyorsun, beğeniyorsun, o zaman örnek al ve adil ol!
‘Burada olan burada kalır’dan yola çıkarak, ‘dünyada olan dünyada kalır’ diyelim, öyle öbür tarafa, derviş makamına, kırklar divanına filan uzatmayalım işi. ‘Öbür dünyayı düşün, öbür dünya için yaşa!’ diye akıl veriyorlar bir de tebliğciler türedi! Niye? Bu dünyanın suyu mu çıktı, sen inanıyorsun, öbür dünya için yaşa! Bize öbür dünya filan değil adalet lazım, insanca yaşamak, hakkımızı almak, huzurlu olmak. Pir Sultan ne diyor, “Giden adil beyler gelen ihvandır”, ihvan da sizin olsun öbür dünya da, cennet de, bize bu dünyada adalet lazım, adil bir dünya lazım!
ANA DÜŞÜNCE: Adaletin olmadığı yerde Tanrı da yoktur!
YARDIMCI KİTAP: Suç ve Ceza, F. M. Dostoyevski, çev: Sabri Gürses, Can Yayınları, 2019, (ilk basım:1867)