Google Play Store
App Store

Yaz değil, yas geceleriyle geçirdik Temmuz’u…

Yaz değil, yas geceleriyle geçirdik Temmuz’u… Norveçli bir faşistin yaptığı katliam da yas gecelerini daha bir kararttı. En son Didem Madak’ı uğurladık bu dünyadan. 20 Haziran 2007’de, Didem Madak’ın kitabı için bu sayfada yazdığım yazıyı, onun değerli anısı için yeniden paylaşmak istiyorum sizinle:

“Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?”
“Şurada bir yerde olacaktı. Şu arka taraftaki raflarda... Biliyorsunuz, şiir kitapları artık kitapçıların en arkadaki raflarına konulur oldu. Yok hayır, şiir kitabı az basıldığı için değil. Şiir, hâlâ yürümekte... Ama bugünlerde şiir kitaplarına talep azaldı. Neden azaldı bilmiyorum. Halbuki şiir olmazsa edebiyat olmaz derler. Hele ki Türkçede, şiir amiralidir edebiyatın derler. Amiral battı diyenlere inat, birbiri ardına şiir kitapları yayınlıyor birileri. Sanki hiç satmasa yine de basacaklar o kitapları. İnanmışlar bir kere şiire. Düşün, iki yüz tane şiir dergisi varmış. Ama iki yüz tane satan şiir kitabı bulmak bile zorlaştı bugünlerde. Şiir basanlar değil, almayanlar utansın. Tamam, işte oradaki rafta. Didem Madak'ın kitabı. Metis'ten çıkmış...”

“Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?”
“Hani şu devamlı darbuka çalan mahalle mi? Deli onlar deli... İlacını içmeyi unutmuş delilerin mahallesi orası. Kaç zamandır karantinada, mahallenin talih kuşları, kuş gribine yakalanmış. Uzak durmalısınız oradan, uzak...”

“Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?”
“Bilmez miyim? Ben o mahalleye yerleşmeden evvel orası bu kadar eskimemişti. Pulbiber Mahallesi'nin vakanüvisiyim ben. 'Hayaletler için masumiyet karineleri icat etmektir işim.' Aslında sadece vak'a... Neydi ya, hah vakanüvisi de değilim üstelik. Bana öyle tuhafmışım, çocukmuşum gibi bakmayın lütfen. Vakanüvisleri vardır her mahallenin. Sadece kolay kolay ortaya çıkmazlar. Ama vardırlar ve hepsi de tıpkı benim gibi 'büyü'müş çocuklardır. Zengin evlerindeki Harry Poter gibidir bu çocuklar. Peki sen Tomtom Mahallesi'ni bilir misin? Bilirmiş gibisin... Hatta sen Tomtom Kaptan Sokak'tan da geçmiş gibisin. Bir filmde vardı o sokak, 'Hayallerim, Aşkım ve Sen' filmiydi galiba. İşte sen o filmdeki senarist çocuk gibisin.
'Birçok şarkının ortasında yürürken İstiklal Caddesi / Tomtom Mahallesi'ne taşıyor beni / Ben yürümüyorum Füsun cadde yürüyor / Bir cadı olduğumu buradan anlıyorum'. Cadı mı dedim. Biraz cadıyım da üstelik. Bizim mahalleye gelsen Füsun'u bilirsin, Zeyna'yı, Keltoş'u, Burcu'yu, Leman'ı, Raif Bey'i, şiirin ortasında striptiz yapan kadını, Efendimiz'i, Yürüklerin İbram'ı, mahallemizin Hz. İsa'sını, Miss Marpple'ı ve daha kimleri, kimleri... Ama belki de bilmezsin. Bu sana kalmış.
Kim kendi mahallesini yeterince biliyor ki, mahallelerin vaka neydi, vakanüvisleri hariç. Ama 'bana artık büyü diyorlar / Bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından / Karanlığa emekli öğretmenler gibi sanki insanlar.' 'Artık büyüyüm, bilmiyorlar. / Ülkemin yürüyen caddelerinde acılarımızın kaynağını araştırıyorum'. Bilir misin, bizim mahallede hiç acı yok, ama 'Mahalleli pulbiber ekiyor suyumuza / Nilüferler gibi açılıyor taneleri.'

Sen Pulbiber Mahallesi'ne gittin mi hiç? Mahallemizin sprey boya kusan duvarlarını gördün mü? Biliyor musun ben aynı zamanda 'Kelimelerin mezarlığında gece bekçisiydim. / Dirilecekleri günü bekledim.' 'Rahmin kadar konuş diyorlardı bana / Hamile kalıyordum oysa durmadan roman kahramanlarından'. Sonra bir gün, 'Ben kırmızı tırtıl dili gördüm, bize geldi, siren sesleri arasında.' 'Tutuklamalar vardı. Çünkü o zaman kırmızı tırtıl dilini kim / kaybetmişti ki ben bulayım. / Yakup da bulmamıştı, beni tutuklamalar vardı, beni nereye / koyacaklarını bilmiyordum, bilmiyordu, bilmiyorlardı, içimde dönüp duran gezegenleri seyrederken, gezmeyegen olmuştum.' Ya işte öyle... Seni sevdim. Hiç konuşmuyor, ne söylesem anlıyormuşsun gibi bakıyorsun. Ben, bir şair miyim? Sana söyledim ne olduğumu, 'bir şair değil şiir ithafkârı'yım” ben.

“Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?”

“İçinden çocuk romanları geçen mahalleyi mi söylüyorsun. Hiç okudun mu çocuk romanları? 'Pal Sokağı Çocukları'nı mesela. 'Küçük Karabalık'ı... Bence yeniden okumalıyız çocukluğumuzun romanlarını, çocuk romanlarını. Şimdi sen o mahalleyi soruyorsun ya, benim için o mahalle bir roman taslağıdır her zaman. Adı Pulbiber olmayabilir, Tomtom da olabilir, hiç önemli değil. O mahallenin mora boyanmış bir kütüphanesi olmalı mutlaka derim. İçinde sadece çocuk romanları olan bir kütüphane... Ben de o kütüphanenin memuru olayım mesela. Bütün gün çocuk romanları okuyup çocuklaşayım isterim.

Şimdi sen bana o mahalleyi sordun ya, sakın Pulbiber Mahallesi'nin mısralardan yapılmış işaret tabelalarına güvenmeyesin. Yoksa o mahallenin içine düşer, bir daha da çıkamazsın çok istesen de. Sonra yalvarırsın 'Beni çöz Miss Marple / İçimden çıkmak istiyorum artık.” diye. Sen, çocuk romanlarında ve masallarında sadece iyi şeyler olduğunu mu zannediyorsun? O canavarlara, kırmızı başlıklı kızları yemeye kalkışan kurtlara ne demeli? O yüzden küçümseme içinden çocuk romanları geçen bu mahalleyi. Acıyı oyunlaştırmamıza aldırma. İçten içe büyüyen bir sıkıntı kemirir içimizi. Depresyona girmeye vakti olmayanların, aslında depresyonu ertelediklerini ve ilk fırsatta içine balıklama dalacaklarını da unutma derim. Önemli olan depresyona girmek ya da girmemek değil, nasıl ve niçin girdiğinizdir. Siyasal ve sosyal meselelerden de olabilir, aşk gibi siyasal ve sosyal meselelerin özelleştirilmiş hallerinden de. Şimdi sen bu mahalleyi bana sorarak, başka bir şey sorduğunun farkındasındır herhalde. Ben de sana bu mahalleyi anlatayım derken, başka şeyleri anlatıyorum başından beri. İki ucu açık mahalle dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

“Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?”