Yasak mıntıka ifadesi esas olarak iskan politika ve uygulamaları bağlamında literatüre girmiş; ancak zaman içinde anlamı ve işlevi çeşitlenmiştir. İskan politikalarının herhangi bir yere, bir nüfus grubunu yerleştirmeyi esas alan yüzüne dair geniş bir literatür olduğu halde, yerleşimleri insansızlaştırmayı esas alan yanı pek az tartışılmıştır. 

Osmanlı’da iskan politikasının esası bir arazide ikameti gerçekleştirmekti. Bu yüzden elde ettiği toprakların sınırı genişlerken olduğu gibi, daralırken de iskan çok önemli işlerden biriydi ve sürekli bir yerlere nüfus grupları taşınıyordu. Elbette bu uygulamalar için gerekli kurumlar da oluşturulmuştu. 

Cumhuriyet döneminde de bu politika bir ölçüde takip edilmiş; yeni rejim, diğer tercihlerin yanı sıra daha fazla toprağı üretime açmak için de iskana başvurmayı denemişti. Zira toprağın büyük bölümünde üretim yoktu. Mesela 1936’da Türkiye’de, 100 kişiye düşen ekili toprak 159, ekilmeyen boş toprak 670 hektardı. Toprağın adaletsiz dağılımı ise başlı başına sorundu. Arazi anlaşmazlıkları, sınır ihlallerine sebebiyet veriyordu. Sadece 1936’da işlenen 1270 cinayetin 301’i arazi anlaşmazlıkları nedeniyle gerçekleşmişti. 1934’de ağaların elindeki arazilerin hazineye devri ve ihtiyaç sahibi çiftçiye dağıtılmasını öngören bir yasa tasarısı hazırlanmış fakat Devlet Şurası engeline takılmıştı. Ayrıca Refik Saydam, Sağlık Bakanı olduğu dönemde bu amaçla bir iskân yasası hazırlatmış ama yarım kalmıştı. 

***

Cumhuriyet rejiminin iskanla ilgili başka öncelikleri vardı ve bunlar 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı kanunda açıklıkla yer almıştı. Kanun, Türk kültürlü nüfusun yoğunluğu istenilen yerler, Türk kültürünü temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler ve sağlık, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve güvenlik gibi nedenlerle boşaltılması istenilen ve yerleşime yasak edilen yerler olmak üzere ülkeyi üç bölgeye ayırmıştı. Dikkat çekici olan, üçüncü bölgenin faal yerleşim yerlerinden oluşmasıydı. Yani zaten üretim yapılan topraklar, esnek gerekçelerle boşaltılacaktı. Yasaya göre bu bölgelerde yaşayanlar devlet tarafından zorunlu iskana tabi tutulacaklardı ve ellerindeki araziler de devlet mülkiyetine geçecekti. Bir bölgeyi boşaltmada öncelikli kriter ise Türk ırkından olup olmamaktı. Yasanın 7-B. maddesine göre “Türk ırkından olmayanlar, hükümetten yardım istemeseler bile, hükümetin göstereceği yerde yurt tutmaya ve hükümet izni olmadıkça oralarda kalmaya mecburdular. İzinsiz başka yere gidenler ilk defasında yerlerine çevrilir, tekerrürü halinde İcra Vekilleri Heyeti kararıyla, vatandaşlıktan düşürülürler”di. Böylece oldukça geniş “yasak bölge” alanları ortaya çıkmıştı, çünkü anadil kriteri esas alındığında Türk ırkından olmayan nüfusun miktarı oldukça genişti. 

***

“Yasak mıntıka” uygulaması iki temel işlevi yerine getirmişti: Birincisi, ilgili bölgeleri Türk kültürlü olmayan nüfustan arındırmış ve tamamen yerleşime kapatmıştı. İkincisi ise kitlesel toplu imha yerleri olarak bu alanlar seçilmiş ve böylece katledilenlerin cesetlerine ulaşmak imkansız kılınmıştı. Bunun sonucu olarak katledilenler için mezar yapma imkanı bile ortadan kaldırılmış, cesetler kurda kuşa yem edilmişti. 

1947 yılında çıkarılan 5098 sayılı yasa, yasak bölge uygulamasına son vermiş olmakla birlikte ek maddeyle Ağrı, Sason, Tunceli, Kars, Siirt, Bitlis ve Van’da yasak bölge uygulaması 1951 yılında çıkarılan 5826 nolu yasaya kadar devam etmişti. O yıl çıkarılan yasayla, önceden zorunlu iskana tabi tutulanlar eski yurtlarına geri dönme olanağı elde edebilmiş ve “yasak bölgeler” iskâna açılabilmişti. 

Erken Cumhuriyet yıllarındaki yasak bölge uygulamasının toplumsal maliyeti henüz net olarak bilinmemektedir. Üstelik “yasak bölge” düzenlemesi değiştirilmiş olarak hala yürürlüktedir. Bu uygulamada bir mıntıkayı ikamete kapatmak artık sadece kimliksel nedenlere değil, altın başta olmak üzere maden arama gibi iktisadi çıkarlara da dayanmaktadır ve bu radikal uygulama için parlamentoya bile gerek yoktur. Bir kararname ile bugün herhangi bir yer, herhangi bir zaman “yasak bölge”ye dönüştürülebilmektedir. Özetle ‘yasak mıntıka’ gibi bir ‘yasal istisna’, bugün bir tür kurala dönüşmüş görünüyor.