Dört gün önce Erzincan İliç’te Çöpler Altın Madeni’nde liç sahasında siyanürlü toprak kayması meydana geldi. 200 futbol sahası büyüklüğünde göçük yaşandı, burada toplanan zehir her yere yayılmaya başladı. Geçen sene sızıntı sebebiyle minicik ceza alan ve sadece üç ay faaliyeti durdurulan, itinayla 7 milyon 200 bin dolar ederinde vergi borcu silinen Anagold Madencilik San. ve Tic. A.Ş.; 2008’den bu yana aynı anda siyanür, nitrik asit, sülfürik asit gibi 40 çeşit kimyasal kullanarak bölgenin ve tüm ülkenin ekolojik sistemini bozmakta.

Olayın yaşandığı yer, tarih boyunca Mezopotamya’yı yeşerten Fırat Nehri’ne birkaç metre uzaklıkta. AKP, o eşsiz güzellikteki coğrafyayı ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı haline getirdi. Günlerdir siyanürlü toprak Fırat Nehri’ne akıyor, çevre katliamının gerçekleştiği bölgeye TMMOB’un girmesine izin verilmezken tarikatlar kol geziyor. Zar zor maden bölgesine giren gazetecileri ise Menzil’e bağlı Beşir Derneği çadırı karşılıyor. Menzilcilerin maden sahasında ne işi var? Yakınlarını bedenlerinin çıkarılmasını bekleyen, canları yanan insanlara: “Bunlar olağan şeyler, bu işin, madenciliğin fıtratında var gibi sözler mi sarf ediyorlar yoksa? Yok canım, o kadar da olmasa gerek!

∗∗

Gelelim ‘yetkililerin’ açıklamalarına:

Erzincan Valisi etrafa siyanürlü toprak saçıldığını ifade edenlere "Şu anda bir sızma söz konusu değil" diyerek cevap verdi. Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı ise: "Toprak kayması sırasında sızan malzemenin Fırat Nehri’ne ulaşmasının engellenmesi amacıyla Sabırlı Deresi’nin Fırat Nehri’ne ulaştığı menfezin kapaklarını kapattırdık" açıklamasını yaptı. Yani ilin Valisi sızma yok, Bakan ise sızma var dedi.  Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: “Risk yok, bakın ben maske takmıyorum” dedi. Bu açıklama; Çernobil nükleer felaketinin ertesi kameralar önünde çay içip, insanları kanserin kucağına atan dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral’ın verdiği gibi bir güven(!) vermedi tabii. İliç’teki felaketin ardından dokuz işçiyi arama çalışmaları sürerken Anagold “İnsanları önemseyen şirket kültürü” ifadesini kullanarak iş ilanı açtı. Tepki üzerine gece saatlerinde geri çekti. Bir zamanlar ülkede Başbakanlık mevkiinde olan Binali Yıldırım; birkaç sene evvel madenin İliç’e çok katkısı olduğunu, orada oturanların hayat standartlarının yükseldiğini, çevre uğruna algı operasyonu ile kaynakları kullanmamıza engel olmak isteyenlerin başka oyunlar peşinde olduğunu söylemişti. Acaba Sayın Yıldırım, bugünlerde zehir dolu olan sıvılaştırılmış toprak havuzlarında gemiciklerini yüzdürmek ister mi?

Tonlarca siyanür toprağa, suya, havaya karıştı. ‘İnsan hayatı bu kadar ucuz bu ülkede’ dilimize pelesenk olmuşken; dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, şimdinin İBB adayı Murat Kurum, kapasite artırımına izin veren, çevreye zarar gelmez diyen Bakan değilmiş gibi açıklama yaptı. Özetle: kara propaganda, benim sorumluluğum yok dedi.

∗∗

Hukuk güvenliği olan bir ülkede dönemin çevre bakanı bırakın dev bir kente belediye başkanı adayı olmayı, insan içine çıkamaz. Hoş, hukuk güvenliği olan ülkede bir ülkenin toprakları siyanürlü arama metodu ile zehirlenemez, yaşayan tüm canlıların yaşam hakkı çalınamaz. Günlerdir kamuoyuna yalanlar söyleniyor. Önümüzdeki günlerde siyanürün aslında zehirli bir kimyasal olmadığı, altın elde etmek için kullanılan yöntemlerin insan sağlığına ve ekosisteme fevkalade iyi geldiğini bile söyleyebilirler.

2008’den bu yana ekoloji, emek örgütleri maden işletmesinin yarattığı tahribatı ve oluşturduğu tehlikeyi pek çok kez kamuoyuna açıkladılar, davalar açtılar, davalarda sundukları teknik raporlarla ekokırımı ortaya koydular. Maden sahasında “halkla ilişkiler” görevi Menzil’e verilmeseydi, ekoloji ve emek örgütleri sahada olabilseydi duyulmak istenmeyenleri seslendireceklerdi. Günlerdir basın açıklamaları yapıyorlar ancak hakikatin daha çok duyulması için hepimiz, olduğumuz yerden gerçekleri dillendirmeliyiz.

∗∗

Dokuz işçi kâr hırsının altında kaldı. Toprağın üstünde kalanlar da siyanüre bulanmış toprağın üzerinde uzun erimli, yavaş bir ölümle yüz yüze. Bu kaza değil, taammüden işlenen bir cinayet. Ve ne yazık ki biz bu filmi daha önce de gördük. Ulaşılamayan dokuz işçinin üzerinde 10 milyon ton siyanürlü atık var. Kurtarma çalışmaları dedikleri de bedenleri arama çalışması.

Sınırsız kâr hırsıyla yerin altını maden, üstünü kupon arazi gören, acımasızca saldıran ve Amerikan menşeli şirketin ve Türk ortağı Çalık Holding’in saldırısı bu... Ve tabii onlara tüm imkanları açan siyasi iktidarın… Yaşama hakkı, en temel hak ve bu hak karşısında diğer haklar ikincil konumunda. Ülkemizde gerçekleştirilen sömürge madenciliği ile doğamız katlediliyor, yaşama hakkımız elimizden alınıyor. Bu yaşananların sorumlusu, faaliyeti yürütenler kadar yürümesine olanak sağlayanlar, ülkemiz kaynaklarının bir grup yabancı sermayenin çıkarları uğruna yağmalanmasına göz yumanlar, açılan davaları sürüncemede bırakan, üzerinden yıllar geçmesine karşın halen yürütmenin durdurulması talebini dahi karara bağlayamayanlardır. İliç’te yaşanan felaketin tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermeli ve işletme derhal kapatılmadır.