Yaşıyor muyuz?
Zincirlikuyu’daki mezarlığın kapısından girişinde bu yazar. Aynı “Çalışmak bizi özgürleştirir” gibi bir önerme.. Her canlı ölümü tadacaktır… Organik hayatın bir gerçeği. Üzülsen üzülmene değmez de diyemezsin. Ölüm net bir kaybediş, ya da büyük bir kabulleniş. Maalesef, organik hayatın bir sonu var. Organik dediysem, daha kaliteli bir hayatı da düşünmeye gerek yok. Şunun şurasında tereyağının, zeytinyağının fiyatı ortada. Günümüzde insan olarak, yaşam döngümüzün de belli bir limiti var. Henüz olmadı ama, önceki yıllarla karşılaştırılırsa, modern tıp da sağ olsun, bu süre ve gideceğimiz mesafe uzadı. Bunun dışında da bulunduğumuz coğrafyaya göre ölümün bizi bulma ihtimali de farklı bir değerde. Bir yerde toplantıda, bir yerde yürürken, bir yerde gösteride, bir yerd çalışırken, ya da en basitinden dururken bile ölüm bizi bulabiliyor. Peki böyle bir ortamda ölümü nasıl yenebileceğiz?
Belki kendimize iyi bakarak bu ihtimali azaltabiliriz. Düzenli hareket, iyi hissetmek ya da kendimizi çevrenin tüm olumsuz etkilerden korumak. Ölüm geldiğinde de “Ya ben şimdi almayayım” diyemiyoruz. Durum böyleyken ölümü beklerken neler yapmamız gerekebilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Dedeleşme sürecini kabul etmek de önemli.
∗∗∗
Zaman içinde metabolizmamız, insan olduğumuz için, belli bazı şeylere ya da durumlara tepki veriyor. Merdiven ya da yokuş, ya da uzun bir veya tuhaf bir iklim yol bizi yormaya başlayabiliyor… Bu noktada daha uzun yaşamaktansa, daha iyi bir hayat yaşamak daha kaliteli bir çözüm gibi görünüyor. Sevmediğimiz işleri yapmamak, sevmediğimiz insanlarla bir arada bulunmamak ya da en basitinden daha keyif aldığımız bir hayatın kalanlarını yaşamak daha değerli gibi geliyor bana. Ölümden sonra da ya cennet var, ya cehennem, ya da büyük bir karanlık. Artık hangisine inanıyorsanız…
Durum böyleyken, hazır da imkanımız varken neden cenneti bu dünyada yaşamaya çalışmayalım? Tabii ki çoğumuz için çok zor. Nil Karaibrahimgil parçası gibi margarin kokan bir önerme: Gelin bu dünyada cenneti yaşayalım… E, yaşayalım bari de nasıl olacak bu iş?
Hangi yaştasınız, hangi ortamdasınız, hangi muhabbetlerdesiniz, oraları ben bilemem. Ama bildiğim tek bir şey var ki o da yaşamak istiyorsanız, yaşamayı bırakmamamız lazım. Bıraktığınız ya da vazgeçtiğimiz zaman her şey yokuş aşağı gidiyor.
∗∗∗
Bazen hayat bizi Serdar Ortaç’ın da dediği gibi “Neden yoruyor?” fakat her şeye rağmen hayattaysak ve yaşıyorsak, neden bunu değerlendirmeyelim? Yaşamımızın bugünkü halini neden reddedip, olumsuzluk anaforu içine sürüklenelim? Hepimizin birbirimizden farklı sevdiğimiz şeyler var. Arzuladığımız ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen hayallerimiz var. O da tamam ama istediklerimiz neden olmuyor diye üzülmektense, her günü daha bir hevesle de yaşamamanın bir anlamı yok. Evet her gün daha sıkıcı, her gün daha üzücü ya da her gün daha aynısının aynısı, neden yaşayayım o zaman diye de düşünülebilir. Oysa baktığımız yer yanlış çoğu zaman. Hayatımızın, hayatta olduğumuz her anının bizi daha iyi hissettirebilecek noktaları var. Öyle ya da böyle. Büyük acılar içinde olabilirsiniz, sevdikleriniz gözlerinizin önünde canını yitirmiş olabilir, hayallerinizin sarayları yer yarılıp yerlerin dibine girmiş olabilir. Buna rağmen her an -eğer nefes alıp verebiliyorsanız- hala yeni hayaller, yeni amaçlar ya da yeni hevesler peşinde koşabilirsiniz.
Bu önerme biraz dinlerin “Yaşarken kendinizi çok üzmeyin, ölümden sonra da hayat var, cennet var” söylemine de yaklaşıyor, evet farkındayım. Fakat aradığınız mürşit cennet bu dünyada. Güzel bir sohbet, çılgın bir gece, anlamsız bir yerde uyanış, ya da hoşlandığınız ve zevk aldığınız çok güzel bir şeyi izlemek. Bunlar hayatımızın güzel yerleri. Aynı fırından yeni çıkmış bir ekmek ya da elinizi yakan sıcacık bir pideyi size uzatan arkadaşınız ya da iskenderin dibinden sıyırdığınız tereyağı. Bunları daha uzun süre yaşamak istiyorsanız, kendinize daha iyi bakmanız ve dürüst olmanız gerekiyor. Bunca yıldır tüm insanlar herkese ama en çok kendine yalan söyledi. Bırakın yalanlarınızı ve bir sonraki gün yaşayacaklarınızın bugünden daha iyi olacağını düşünün. Çünkü ölürken kimse “Keşke o fazla mesaide daha fazla dursaydım” demeyecek. Bunu en azından biliyorum.
Haftaya kadar hayatta kalın, bir sonrakini tekrar konuşuruz.