Eskiden her şeyin bir mevsimi vardı. Kültür-sanat sezon açılışı ekimde yapılırdı. Kışın gördüğümüz filmleri bir daha izlerdik. Sonra bu sezon kısıtlamasına sıkı sıkıya uyan filmler, piyasa şartlarını sarsma niyetiyle alevlendi. Büyük bütçeli “gişe” filmleri yaz aylarının fatihi olmak için birbiriyle yarışmaya başladı. İkinci vizyon mezaliminden kurtulduk. Kültür merkezlerinin toplu gösterimleri, kimi şirketlerin neyse ki bir […]

Eskiden her şeyin bir mevsimi vardı. Kültür-sanat sezon açılışı ekimde yapılırdı. Kışın gördüğümüz filmleri bir daha izlerdik. Sonra bu sezon kısıtlamasına sıkı sıkıya uyan filmler, piyasa şartlarını sarsma niyetiyle alevlendi.

Büyük bütçeli “gişe” filmleri yaz aylarının fatihi olmak için birbiriyle yarışmaya başladı. İkinci vizyon mezaliminden kurtulduk. Kültür merkezlerinin toplu gösterimleri, kimi şirketlerin neyse ki bir türlü vazgeçmediği “sanat” filmleri, yaz aylarının esintileri oluyor artık. Bir diğer örnek ise, İKSV galaları. “Midsommar / Ritüel” 17 Temmuz’da bizi korkuyla titretecek (Kadıköy Sineması). Sinematek’in katkıları ise, elli yıl öncesinin sadık takipçilerinden başlayarak, pek çok genç sinemasevere unutulmaz filmlerle beyazperdede tanışma şansı veriyor. Doğrusu, televizyondan bile destek alıyoruz.

İşin en hoş tarafı ise, yazın konu kuraklığının artık söz konusu olmaması… İş yalnız sinemayla bitmiyor ki! Mayısla haziranıı, “Var Olmanın Karanlığı/Aydınlığı” temalı 47. İstanbul Müzik Festivali’nin peşinde geçirdik. Ondan önce de Zorlu PSM’nin geniş kapsamlı ve uzun soluklu Caz Festivali vardı. Koşturmaktan bitap düştük diyebilirim. Şimdi ise, 26. İstanbul Caz Festivali’nin sefasını sürüyoruz. Bozcaada’yı da unutmuyoruz. Ama her hafta da caz yazılmıyor, haftaya da yazma niyetim var çünkü. Öte yandan, klasik müzik Güney’de de hükümranlığını ilan etti. Doğuş Grubu’nun bu yıl adı değişen 15. Bodrum Müzik Festivali ile 16. Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali, yaz aylarında yeni klasik müzik hayranları da kazandırıyordur mutlaka. Pop konserleri ise şehir-bölge sınırı tanımaksızın her tarafa yayılmış durumda.

Tatil sezonunun kültür-sanat etkinlikleri sinema ve müzikle sınırlı değil elbet. Her şeyden önce, kitap var. Biraz hızı kesilmiş olsa da gene fuarlarıyla, sahaf festivalleriyle desteklenen kitap sevgisinin hakiki olanı mevsim tanımaz zaten. Gerçi insanların yaz sıcağında kitap okumadığı söylenir durur ama niye olduğunu bir türlü anlamamışımdır. Şemsiyelerle korunmuş olarak deniz kenarında, yeşilin serinliğine sığınmış ağaçlı-dereli mekânlarda (yoksa bunlar sadece benim hayalimde mi kaldı?) niye kitap okunmasın? Sepserin odalara ne oldu?

Kitap hazinesinin başlıca sorunu ise, “best seller” olması umuduyla kalitesine hiç aldırmadan kitap basan yayınevleri ile, raflarına sıraladıkları eserler konusunda tuhaf seçim örnekleri sunan kitabevleri. Güvendiğim bazılarına hâlâ gidiyorum ama bağımsız kitapçıları kesinlikle tercih ediyorum. Bizim yakada, Göztepe’de eski dostumuz Tarık Bey’den hatıra, aynı isimli dergimizi de hatırlatan Gergedan meselâ. İzmir’de de kısa bir gezi sırasında Orta Dünya, yarattığı “çölde vaha” durumlarıyla beni çok mutlu etmişti. İçlerinde henüz okuyamadıklarım bile var. Gene de şöyle bir uzansak da sandığı-sepeti kitapla doldurup dönsek diyorum. Aslında eylülde gitmeyi umduğum Londra için de benzer planlarım var ama taşıması zor oluyor. Londra’da kitapçıların benim nezdimdeki rakibi, British Film Institute (BFI). Hemen önündeki meydan da, ikinci el kitap satılan tezgâhlarla dolu. Burada da TV’den bahis vacip oldu. Favorilerim, spor ve yabancı polisiyeler. Benim NTV radyodaki neredeyse 20 yıllık polisiye programım “Cinayet Masası”nın bu uzun ömrü, her hafta en az iki polisiye kitap okumam gerektiği anlamına geliyor. Artık Türkiye’de iyi polisiyeler yazıldığını herkes bildiğine göre, konuk açısından da zengin olduğumuzu söyleyebilirim.

Evet, yaz ayları türlü kültür-sanat etkinlikleriyle dolu ama siz gene de (tercihan bağımsız) kitapçıları gezmeyi ihmal etmeyin. Sürprizlerden umudu kesmeyelim.