Bugünlerde “normalleşme” kavramı her ne alanda kullanılıyorsa, bilin ki orada “gücün, iktidarının sürdürülebilirliği için bir restorasyon” söz konusudur.

Merkez Bankasının da Saray’ı ve sermayeyi faiz artışına hazırlama fikrinin bir parçası olarak uyum sağladığı bu trend, bugünlerde kapitalizmin yeni evresi için de kullanılıyor.

Önümüzdeki dönem Türkiye ekonomisini, yapısal özellikleri nedeniyle daha kaotik bir dönemin beklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugüne kadar olumlu küresel iklimden şişirilen ekonomi, şimdilerde sert bir fırtınaya kapıları en açık ülkelerden biri konumunda. Bu fırtına elbette kendini sınıfsal olarak farklı hissettirecek olsa da, siyaset alanına da etkisi kuvvetli olacaktır. İşçilerin, emekçilerin gerek bu fırtınaya, gerek bu fırtınaya kapıları açık hale getiren akla, gerekse de kendi ve müttefikleri üzerindeki etkiyi azaltmaya dönük saldırganlaşacak aktörlere karşı uyanık ve tedbirli olması gerekmektedir.

Bu yazı bu fırtınanın dinamiklerini incelemeye dönük olup, Türkiye üzerindeki etkileri ayrıca bir başka yazıda ele alınacaktır.

“YENİ NORMAL”İN DİNAMİKLERİ
Bir bütün olarak baktığımızda kapitalizmin seyri artık eskiye dönüşün mümkün olmadığı “yeni normal” denilen bir dönemi sürdürüyor. Bu “yeni normal” ifadesi, düşük büyüme-daha düşük bir üretim- ve gelirin yeniden dağılımına işaret ediyor. Ekonomik aktiviteyi finansal rantlar üzerinden yeniden canlandırma çabaları, spekülatif doğanın reel üretim ve değer mekanizmasına karşı üstün konumu devam ettikçe işçilerin emekçilerin daha dar bir pastaya mahküm edileceği kaçınılmazdır.

Dönemin bugünkü dinamiklerine gelince, 2008’de gelişmiş ülkelerde yoğunlaşan krizin merkezi 2013 itibariyle gelişmekte olan ülkelere (GOÜ) doğru kayıyor. Bir nevi sermaye hareketlerine yön veren faiz-kur hamlelerine bağlı olarak kriz GOÜ’lere ihraç ediliyor.

Fed tarafında şimdilik gözüken eylül ayında olası bir faiz artırımı ile tüm dünyada daha güçlü bir dolar döneminin başlayacağı. Doların daha da güçlenecek olması veya bir faiz artırımı için uygun bir iklimin var olması, “ABD ekonomisinin toparlanıyor” olduğu gibi bir algıyla birlikte sunuluyor. Ancak işler pek de öyle değil. ABD için yeniden büyümenin/toparlanmanın en önemli göstergesi olarak öne çıkarılan işsizlik verileri gerçekte çok da iyi şeyler söylemiyor. Evet, krizle birlikte işini kaybetmiş insanların yeniden iş sahibi olması, yeni istihdam piyasasına adım atanların iş bulabilmesi kuşkusuz iyi bir gelişme olsa da, 1977’den bu yana işgücüne katılım oranının en düşük seviyelere inmesi kamuoyuna sunulan bu verilerin gerçekte “Kof” olduğunu kanıtlıyor. Yani Türkiye’dekine benzer, uzun süreli iş arayanların, umudu kırılmış olarak nitelendirilenlerin emek gücü piyasasının dışına itilmesi ve bu sayede istihdam verilerinde suni bir artışın yaratılması söz konusu. Bunun yanında reel verilerle üretimin gerilediği bir sürecin devam ettiğinin de altını çizmek lazım.

LOKOMOTİF YAVAŞLADI
IMF, Küresel Ekonomik Görünüm raporunda 2015 küresel büyüme oranını 0,2 puan daha düşürdü, yeni tahmin %3,3’lük bir büyüme. Küresel ekonominin bugüne kadar lokomotiflerinden biri olan Çin, 2009 yılından bu yana en düşük büyümesini yaşarken, sermaye birikiminin temposu tarihi çöküş seviyelerinde. Çin, 2014 yılında en fazla doğrudan yatırım çeken ülke olarak öne çıkarken, ABD ve Japonya menşeli sermaye girişlerinin sırasıyla %21 ve %39 düşmesi, bu daralmayı destekliyor. Diğer bir yandan küresel talebin de daralmasına bağlı olarak ürettiği malları satamayan sermaye spekülatif kazançlara yöneliyor, devlet tarafından muazzam miktarlarla desteklenen bu yönelim tüketicisinden üreticisine hızla borçlandırılmakta bir “Çin Tehlikesini” önümüze çıkarıyor. Çin’deki bu kriz dinamikleri, dünyadaki emtia fiyatlarının düşmesine önemli katkı yapıyor, ticaret kanalıyla tüm dünya ülkelerinin ekonomisini olumsuz etkiliyor.

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkeler bilindiği gibi dolardaki en ufak hareketlerin ekonomilerinde ciddi dengesizliklere ve hatta krizlere yol açtığı ülkelerdir. Fed’in 2013 yılı sonundan itibaren çoğunlukla sözlü olarak izlediği güçlü dolar politikası halihazırda bu gruptaki finansal sermaye hareketlerinde yavaşlamaya yol açmıştı. Bu sözlü haldeki politikanın büyük olasılıkla sonbaharda pratiğe dönüşmesiyle birlikte çıkışların yoğunlaşması, yerel para birimlerinin dolar karşısında erimesi ve bu nedenle dış ticaret, cari denge ve enflasyon ayağında hızlı kriz merkezlerinin oluşması söz konusu.

Not: Şimşek’in kabusları gerçek oluyor
Temmuz ayının son haftalarında maliye Bakanı Mehmet Şimşek de twitter aracılığıyla, GOÜ’ler için en korktuğu senaryonun emtia fiyatlarındaki düşüşle doların güçlendiği bir konjonktür olduğunu dile getirmişti. Kâbusu gerçekleşiyor…