Kahkaha atılamayacak sokaklar yaratmaya çabalayanlar, yaşamı kan ve gözyaşına boğanlar, hırsızlığı ve yolsuzluğu meşrulaştırarak talanı ve yağmayı kurumsallaştıranlar “yeni Türkiye”lerini kadınsız inşa etmenin peşine düştüler

Kahkaha atılamayacak sokaklar yaratmaya çabalayanlar, yaşamı kan ve gözyaşına boğanlar, hırsızlığı ve yolsuzluğu meşrulaştırarak talanı ve yağmayı kurumsallaştıranlar “yeni Türkiye”lerini kadınsız inşa etmenin peşine düştüler.

AKP’nin sözcülerinden Bülent Arınç’ın kurduğu kadını aşağılayıcı cümleler kuşkusuz T. Erdoğan’ın “kadınla erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum” cümlelerinin tamamlayıcısı. Dikkat edilirse iktidara geldiği dönemlerde “serbestlik ve özgürlük” tartışmalarıyla süslenmiş bir gericiliği, AKP bugün tüm süslerinden arındırarak, tüm çıplak haliyle cinsiyetçi ve faşizan söylemlerle ifade etmekten kaçınmıyor. Çünkü bu yağma ve talana dayalı kölelik düzeninin tüm emekçi sınıflar üzerinde yarattığı tahribatı görünmez kılmak için etnik, kültürel ve mezhepsel ayrılıkları daha da körüklediği gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de pekiştirmeye, dini referanslarla toplumun üzerine örttüğü gericilik perdesini daha da kalınlaştırmaya gerek duyuyor. Haziran direnişinden sonra elindeki sopayla toplumsal muhalefeti bastırmaya çalışırken bir yandan da şimdi olduğu gibi toplumdaki muhafazakâr tabana daha eşitsiz daha cinsiyetçi ve daha ayrılıkçı/parçalı bir toplum yapısını işaret ediyor.

Haziran’dan sonra girdiği yönetme kriziyle ve sonrasında Ortadoğu’da tüm iddialarının ve itibarının çökmesiyle birlikte kendi muhafazakâr tabanını dini referanslarla konsolide etmeye çalışan AKP’nin kadınları hedef alan cinsiyetçi söylemlerinin önümüzdeki süreçte daha da sertleşeceğine hiç kuşku yok. Siyasi gündemin yanı sıra bunu bir yanıyla adı konulmamış bir kriz sürecinde olan, düşük büyüme-yüksek cari açık ve enflasyon girdabından çıkış yolu bulamayan, işsizlik ve yoksulluk gibi toplumsal maliyetleri büyüyen AKP ekonomisinin yönünden de okumak mümkün. Toplumsal yaşamın dinselleştirilmesi, buna uygun hamlelerle bütünlüğün parçalanması ve toplumda oluşan rahatsızlıkların/direniş tepkilerinin sindirilmesinde neo-liberalizmin ve onun temsilcilerinin en sık başvurdukları yöntemlerden biri bu ne de olsa.

Dolayısıyla bugün kadınların kahkahasından bir rahatsızlık yaratmaya çalışanların, dün kadınların ne giyeceğinden kaç çocuk doğuracağına karar vermeye kalkmaları, kızlı-erkekli oturmaları hedef göstermeleri, aynı hatta yürütülen planlı hamleler bütününü gözler önüne sererken, diğer bir yandan da bu söylemlere 4+4+4 dönüşümü, “çalışan anneye kreş yardımı”, “çocuk sayısına göre kademeli emeklilik”, “doğum yapan memura yarı zamanlı çalışma” başlıklarıyla basına servis edilen uygulamaların eşlik etmesi, durumu daha da açık hale getiriyor. Ve şöylesi bir ihtiyacı kaçınılmaz kılıyor; toplumda cinsiyet eşitsizliğini körükleyen/derinleştiren her söylem veya eylem iktidarın tüm emekçileri hedef alan, yağma ve talanla hareket eden piyasacı politikalarından, kölelik düzenini hedefleyen sömürü düzeninden bağımsız değerlendirilmemelidir.

2012 yılında AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Emel Memiş’in muhalefet.org için 8 Mart’a yönelik yazısında kullandığı şu alıntılar böylesi bir okumada oldukça aydınlatıcı; (I) “Toplumsal yeniden üretim, sermayenin ve iktisadi koşulların yeniden üretiminin yanı sıra toplumsal ilişkilerin ve toplumun bir bütün olarak yeniden üretilmesini de kapsar. Aslında piyasanın da yaşamsal gerekliliği olan kanunların, hukuksal kuralların ve düzenlemelerin benimsenmesi de yeniden üretim sürecinde gerçekleşir (Beneria 1979: 203-225; Mutari, 2001: 379-399; Laslett ve Brenner, 1989: 381-404)” (II) “Özellikle kriz dönemlerinde, ekonominin karşılıksız emeğe dayalı görünmeyen yanı, hanelerin ayakta kalabilmesini, çalışanların krizin bütün sarsıcı etkilerine rağmen düşük ücretlerle yaşamlarını sürdürebilmesini sağlar. Büyük ölçüde kadın emeğine dayanan bu piyasalaşmamış üretim alanı ekonomide krizin etkilerini dengelemede ve kimi zaman telafi etmede önemlidir. Kriz dönemlerinde hanehalkı bireylerinin bazılarının işsiz kalması ve hane gelirinin azalmasıyla karşılıksız emek yükü de artar, satın alınamayan mal ve hizmetler çoğunlukla kadınlar tarafından sağlanan karşılıksız emek ile hane içinde üretilir (Floro vd., 2009)”.

Buradan yola çıkarak şu vurguyla son noktayı koyalım; zira toplumda ezilenlerin ve emekçilerin birlikteliklerini dinsel simgeler üzerinden parçalamaya çalışanlara karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir zeminde gerçek bir laikliği savunmak/seküler bir yaşam mücadelesini sürdürmek, bu söylemler eşliğinde toplumun üzerine indirilmeye çalışılan gerici perdeyi kaldırmada en etkili adımlar olacaktır. Parçalanmaya karşı birlikteliği, her türlü cinsiyetçi, etnik veya mezhepsel ayrılığa kaşı bir arada durmayı ve dayanışmayı yükseltmenin, zaman zaman demeçlerle gündeme düşen ama sistematik olarak süreklilik içinde toplumsal yaşama yerleştirilmeye çalışılan bu zehrin en etkili panzehiri olduğunu unutmayalım.