Sembolik akıl, insanlık tarihinin erken dönemlerine ait bir düşünme biçimidir. Tarihsel ve maddi gerçekliğin önemsiz olduğu, her şeyin semboller üzerinde yükseldiği bu düşünme biçiminin zirve noktası büyü ve dindir. Yağmur duasına çıkan köylülerin ellerini ters çevirmesi bu sembolik yapının en güzel ve ilginç örneklerindendir: Doğaya ve tanrıya mesaj gönderirken diledikleri şeyi vurgulamak ya da sanki isteklerinin yanlış anlaşılmasını önlemek için avuç içlerinin toprağa çevirirler.

Ansiklopedik tanımlarından birine göre sembol ‘olmadığı şeyin işareti’dir. Magritte’in ünlü resmi “Bu bir pipo değildir”deki gibi: Bu gördüğünüz sadece bir pipo resmidir, piponun kendisi değildir. Elinizde tutamaz, içine tütün koyup yakamazsınız. Ama bu basit gerçeklik sembolik aklın dünyasında geçersizdir. Bu irrasyonel dünyada bir şeyin sembolü gerçeğinden daha özel ve yüksek güçlere sahiptir. Ülke bayrakları mesela… Baskı makinesinin bir ucundan beyaz kumaş olarak giren sıradan nesne, makinenin öbür ucundan çıktığında artık bambaşka bir şeydir; makineye girmeden önce örneğin camları silmek için kullanabileceğiniz o sıradan kumaş artık belli kurallara göre saklamanız gereken kutsal bir varlık olmuştur.

Sembolik aklın dünyasında, bir kişinin ismini belli kuralları bulunan bir ritüel çerçevesinde dile getirdiğinizde o kişinin başına iyi ya da kötü şeyler gelmesini sağlayabilirsiniz. Bu sürecin gerçekleşebilmesi için ihtiyaç duyulan en önemli şey, hedef kişiye ait bir ‘sembol parça’dır; bir tutam saç, tırnak parçaları, giysisinden bir parça vs.

Doğayla ilişkiler ve dünyayı algılama biçimleri değişip geliştikçe sembolik akıl yerini ‘sembolik-üstü akıl’a bırakır. Bu yeni düşünme biçiminde sembollerin hâlâ yeri vardır ama insanın yüklediği mistik gücün çoğundan arınır. Bir insanın saç tellerinin yapıştırıldığı vudu bebeğine iğne batırma eyleminin kendisi bir sembole dönüşür.
İlkel insanın sembolik aklından modern insanın sembolik-üstü aklına geçiş kağıt üstünde basit görünüyor ama aslında o kadar zor ki, görüyorsunuz, 21. yüzyılın dünyasında hem gündelik hayatımız hem de varoluşumuz hâlâ metafizik anlamlar yüklediğimiz sembollerle belirleniyor.

Türkiye’nin en büyük ayakkabı mağazası zinciri FLO’nun Erbil’deki (Irak) bir şubesinde satılan ayakkabının altına işlenmiş haç sembolü en ilkel sembolik akıl uygulamalarından biridir; böylece onu giyen kişinin Hıristiyanlığı ayaklar altına alması sağlanacaktır. Dünya ya da Hıristiyanlık bundan herhangi bir zarar görmez aslında, ama haç sembolüne o ayakkabıyı giyen Müslüman kadar anlam yükleyen bir Hıristiyan için bu bir çatışma nedenidir. Muhammed karikatürlerinin üstüne dökülen kanın da kaynağı olan ilkel sembolik akıl böyle çalışır.

Ülkenin son yıllarını belirleyen ‘yerli ve milli’ tanımı da bir sembolik akıl ürünüdür. Ama bu sembolik çerçeve, yağmur duasına çıkmış köylülerin ellerini ters çevirmesindeki gibi bir çocuksuluktan çok uzak; iktidar bu söylemi kullanarak koskoca bir toplumun bugünüyle, yarınıyla, hayalleriyle ve hayatıyla oynuyor. AKPRTE iktidarı akla gelebilecek her şeyi en ilkelinden bir sembolik hâleyle kuşatıyor, ‘çılgın’ kanal projesi ve yerli otomobil hikayesi gibi adanma törenleriyle halka en ilkelinden bir sembolik akıl dayatıyor. Üzerinden bir kere bile geçmeyeceği yol ve köprüler, yanına bir kere bile yaklaşmayacağı havaalanları, İtalya’da tasarlanıp üretilmiş yepyerli ve mipmilli otomobil modern olamadan post-modern olmuş Anadolu halkının medeniyet rüyalarının sembolüne dönüşüyor.

Rüyalar ıslak, sembollerse gösterdiği şey değil. Ama kimse bunu önemsemiyor çünkü ülke, halkıyla birlikte kendisinin bir vudu bebeği versiyonuna dönüşmüş durumda...