Vergi ve kur/enflasyon zamları ücret zamlarını haydi haydi aşacak. Örtük IMF programının mantığı zaten buna dayalıdır. Ama seçime kadarki aldatıcı bahar yanıltmasın; bunlar daha iyi günler.

Yoksulluk ve düzene tutunma
Fotoğraf: DepoPhotos

Fransız Devrimi öncesinde yaşamış büyük Aydınlanma düşünürü Jean-Jacques Rousseau'ya atfedilen bir özdeyiş vardır: Köylünün kileri doluysa beyden/devletten yeni hak taleplerinde bulunmak için kendini güçlü hisseder; ama tersi geçerliyse, her türlü yeni vergiye, yükümlülüğe karşı kendini savunmasız görür ve bu dayatmaları kabullenir. 

Yoksulluk-çaresizlik girdabına girmiş olanların ellerindekini de yitirmemek uğruna mevcut düzenin çarklarının dışına çıkmaya cesaret edememeleri, hatta bu düzenin her türlü baskısına, adaletsizliğine, eşitsizliğine boyun eğmeleri yeni öğrenilmiş bir şey değildir.

Dolayısıyla Mayıs 2023 seçimleri bunun ilk kez sınandığı bir sosyal/siyasal laboratuar da değildir. Dolayısıyla, "kitleler yoksullaştıkça sola döner" önkabulü -eğer devrim koşulları geçerli değilse- bir efsaneden ibarettir.

Kuşkusuz daha fazlası vardır: Bu denli yıpranmış hiçbir başka siyasi iktidar türünün 2023 koşullarında seçim zaferi kazanması mümkün olamazdı. AKP öncesinin son hükümetini (57. Hükümeti) oluşturan üç partinin (DSP-MHP-ANAP) 2002 seçimlerinde nasıl perişan olduğunu biliyoruz. Peki, AKP'yi farklı kılan ne? Farklı kılan birçok şey var: 

(i) Hiçbir iktidar AKP kadar dini siyasete alet etmekte, hatta dini ve Allahı arkasına almakta bu denli ileri gitmedi. Kendi liderini  Mehdileştirecek bir süreçten geçmedi. Hiçbir iktidar, cemaat-tarikat-cami üçgenini kendi lehine örgütleme ve yönetmede, Anayasayı fütürsuzca çiğnemede bu denli cüretkâr olmadı. Eğitim kurumlarını, yürütmenin emrindeki kamu kurumlarını ve yargıyı bu denli siyasallaştırmadı. Toplumu zıt eksenlerde ayrıştırmada ve kutuplaştırmada bu kadar başarılı olamadı.

(ii) Şimdiye kadar hiçbir iktidar, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunu ve Vakıflarını (SYDV) kuran Özal iktidarları dahil, yoksulluğu yönetmede, muhtaç toplum kategorileri yaratmada, siyaseti bir sadaka toplumu üzerine kurgulamakta bu kadar ileri gitmedi, bu kadar sistematik bir yapı kurmadı. Üstelik bunu Avrupa'nın en düşük, OECD'nin en diplerinde kalan bir sosyal yardım bütçesiyle becerebildi. Sosyal yardım harcamalarının GSYH içindeki payı tüm AKP dönemi boyunca yüzde 1,4'ünü aşmazken (bkz. S. Erdoğdu, D. Kutlu, "Çalışan yoksulluğu: Türkiye için sosyal politikalar bağlamında bir değerlendirme", s. 27) ve üstelik Pandemi döneminde bile  "sosyal devlet" yerlerde sürünürken, bu desteklerin sanki çok daha yükseklerdeymiş gibi pazarlanmasının arkasında iki etken çalıştı:

■ Sosyal yardımlar çok düşük olmakla birlikte çok çeşitlendirilmiş parçalı bir yapı içinde sunularak "yardım yağmuru" etkisi yaratıldı. 

■ Yardımların sosyal katmanlara ulaştırılmasında gerek SYDV çalışanları gerekse AKP teşkilatları, genellikle ev ev dolaşarak bireysel ilişkiler kurarak, yardımların AKP'nin/Erdoğan'ın varlığına bağlı olduğu izlenimini yarattılar.  

(iii) AKP, IMF programını uygulayan 57. Hükümetin karşısına farklı siyasi tasavvurları ve programı olan bir parti gibi çıkabilmişken (ki, IMF programını sürdürmekten başka bir şey yapmadığı halde sanki ona karşıymış gibi yapabilmişti; bununla birlikte, AKP otoriter-dinci bir rejim kurma iddiasına sahipti ve anlayan için kendini gizleme gereği bile duymamıştı), Mayıs 2023 öncesi karşısında örgütlenen muhalefet ise "başkancı" rejime, yolsuzluklara, liyakatsizliklere ve savurganlığa karşı çıkmaktan başka bir şey söylemiyordu. Neoliberal bir programla arasına mesafe koyacak alternatif bir istikrar ve kalkınma programı dahi açıklayamıyordu. Emeğin adını ve haklarını dillendiremiyordu. İktidardan daha AB'ci, IMF'ci, NATO'cu bir görüntü üzerinden iç ve dış sermayeye güven vermeye çabalıyordu.

ÇİFT YÖNLÜ ZAMLARDAN HANGİSİ ÖNE ÇIKACAK?

Sorunun kestirme yanıtı açık: Vergi ve kur/enflasyon zamları ücret zamlarını haydi haydi aşacak. Örtük IMF programının mantığı zaten buna dayalıdır. Ama seçime kadarki aldatıcı bahar yanıltmasın; bunlar daha iyi günler. Ocak'ta da seçimler öncesinde son bir "enflasyona endeksli" geçici ücret/maaş artışı yaşanacak; sonrasında ise bu aldatmacadan dahi eser kalmayacak. 

Ana akım dünya  kapitalist düzenleme rejiminin mutemet adamı Mehmet Şimşek, dümeni eline aldığından beri belirli bir istikamette ilerliyor. "Kademeli parasal sıkılaştırma" hedefi yani tedrici faiz artışları politikası hem seçimler öncesinde Saray ile uyumu gözetiyor hem de çok sert bir fren etkisinin olumsuzluklarını erteliyor. Ama "enflasyon hedefiyle uyumlu gelirler politikası" bağlamında, bir eliyle verdiğini diğer eliyle almaya dayalı ılımlı sıkılıkta bir maliye politikasını da devreye sokmaktan geri durmuyor. Tarıma dönük destekler zaten hep en sıkı uygulamalar kapsamındaydı; orada yeni bir önleme gerek duyulmuyor.

Torba kanun ile getirilen vergi artışlarının veya yeni vergilerin, toplumun en yüksek vergi baskısı altındaki kesimlerini öncelikle etkileyecek olması bir sürpriz değil. Ek MTV geleceğini ve topluma asıl yüklenmenin de dolaylı vergiler üzerinden olacağını daha önceki yazılarımızda konu etmiştik. 1999 Depremi sonrasında da uygulanan Ek MTV, Anayasanın "vergi ödevi"ni düzenleyen 73. maddesindeki "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür" hükmüne tam bir aykırılık oluşturuyor.

Araçların yaşına ve silindir hacmine göre kademelendirilerek yükümlüleri mali güçleriyle az-çok orantılı olarak vergilendiren bir MTV'yi ödeyerek vergi ödevlerini yerine getirenleri çift vergilemeye tabi tutmak Anayasa 73'e aykırıdır. Aykırılık, otomobil sahipliğinin büyük ölçüde temel ihtiyaçlar arasına katılmış olmasıyla ilişkili olduğu kadar, yüksek gelir  sahiplerini vergilemenin doğru bir vasıtası olmamasıyla da bağlantılıdır. Yüksek gelir sahiplerini eğer bir servet/mülkiyet vergisi üzerinden vergilendirecekseniz, bunun çok sayıda başka unsuru bulunabilecektir. Nakit varlıkları vergilendirmek bunların başında gelir. 

Sermaye iktidarının buna hiç niyetinin olmadığını biliyoruz. ÖTV'deki artışlar veya yeni otomotiv satışlarında olduğu gibi hiç artış yapmaksızın üst kademeden vergilendirmeye yol açmalar yanında KDV'de de yüzde 18'den 20'ye, yüzde 8'den yüzde 10'a doğru yükseltmeler iktidarın sınıfsal aidiyetiyle uyumludur. Kurumlar Vergisi'ndeki 5 puanlık artışlar ve bazı vergi istisnalarında geri adımlar yanıltmasın: Bunların ödeyicisi finansal kurumlar ve büyük reel sektör şirketleridir ve geçtiğimiz yıllardaki kâr patlamaları yanında pek önemsiz kalır.

Olaya salt vergi yönünden bakmak yanıltıcı olacaktır. Örneğin "bütçe açığının Maastricht kriterleriyle uyumlu düzeye çekilmesi" dendiğinde bütçe açıklarının GSYH içindeki payının yüzde 3'ün altına çekilmesi anlatılmak isteniyor. Bu, neoliberal AB'nin ekonomik anayasa hükmüdür ama bugün buna uyabilen pek kalmamıştır! Türkiye'nin "radikal" teknokratları hala oralardadır. Türkiye'deki bütçe açıklarının Maastrict kriterinin iki katını aşmaya doğru gittiği bir ortamda sadece vergi artışları üzerinden açıkları daraltamazsınız, harcamaları da kısmanız gerekir. Peki hangi harcamaları? Bu da yanıtını okuyucuya bırakacağımız final sorusu olsun.

SONUÇ: BÜTÇE HAKKININ GASPINA DEVAM

Vergiler arttırılıp duruyor. Dolayısıyla bütçe gelirleri artıyor. Peki bunlar hangi yetkiyle harcanacak? Hemen tüm bütçe kalemlerinde ödenek aşımları ortaya çıkacak. Ek Bütçe çıkarmadan bu sorunu çözemezsiniz. Ama bugünlerde adı bile geçmiyor. İşte Saray düzeninin Meclisin bütçe hakkını gasp etmesinin yeni bir örneği! İktidar kanadı emir kulu diyelim; ama Meclis muhalefetinin asla sindirmemesi gereken bir yetki gaspı bu.