Bir günlük gazetede, haftada sadece bir gün yazı yazmanın bazı zorlukları var.

Bunlardan biri, Türkiye gibi değil haftada günde hatta saat başı yazılabilecek en az 10 yazı konusu olmasıdır. Seçerken, adeta göbeğiniz çatlar. Çünkü, okur "Niye onu değil de şunu yazdın?" diye önceliğinizi sorgular. Bir de tabii, "Hep falanca konularda yazıyorsun, bir gün de filanca konuyu yazsana..." diyenler olur.

Köşe yazarının/yorumcunun hiç kuşkusuz en çok zorlandığı dönem de, seçim dönemidir. Bizim görevimiz, olup bitenleri (ille de tarafsız değil ama) âdil biçimde okura aktarıp, kendi yorumunu yapmaktır. Okurlar nezdinde toplumda bir kanaat oluşmasına, en önemlisi de "sağlıklı bir kanaat oluşmasına" katkıda bulunmaktır.

Bir ciddi derdimiz daha vardır.

Seçimde "Kime oy vereceğim? Kime vermem lazım?" sorularının yanıtını bekler, okur bizden.

Bu ciddi bir sorundur, çünkü gazeteci bu soru karşısında güç bir durumda kalır. Belli bir parti ya da adaya işaret etmek "Bir angajmana girmek" olarak algılanabilir ki, bu mesleki etik açısından bence doğru bir tavır değildir. Gazetecinin, bir demokratik yarışta yer alan adaylardan veya partilerden hepsine eşit mesafede durmak gibi bir yükümlülüğü söz konusudur. Hissiyat ya da fikriyat olarak belli bir siyasi görüşe ya da ideolojiye ne kadar yakın olursa olsun, ben gazetecinin "partisel ya da örgütsel bir aidiyet, bir organik bağ içinde" davranmasından yana olmadım hiç. Bu nedenle de, hayatım boyunca bir siyasi partiye ne üye oldum, ne de oy kullandım.

Ama tek bir adayın seçileceği, muhtar ya da belediye başkanlığı seçimlerinde farklı davranıp, mahallemin ya da kentimin belediye başkanlığı seçimlerinde kimi zaman bir tercihte bulundum. Kimi zaman da boş oy kullandım. Ama sandığa gitmemezlik etmedim.

Ülkemizin kaderini (Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında kim bilir kaçıncı kez bu tabiri kullanıyoruz. Daha da kullanacağız...) belirleyecek bu seçimde de, elbette bir tercihim olacak. Bu, bir tercih olmanın ötesinde bir tarihi sorumluluk, bir tarihi yükümlülük ve bir tarihi görevdir her birimiz için.

Ama ben bugün, burada, hatta oyumu kullanacağım gün ve hatta kullandıktan sonra da "Kime oy vereceğimi" söylemeyeceğim. Çünkü bu "gizli oy açık sayım" ilkesine aykırı, ayrıca kişisel veri gizliliği ilkesi açısından kendime saklamak istediğim bir tercihtir.

Ama, yukarıda değindiğim "Kanaat oluşmasına katkıda bulunma görevi" çerçevesinde, şunu belirtmek boynumun borcudur:

Kime vermeyeceğimi herkes biliyor.

Türkiye’nin son 21 yılını, vatandaşların ezici bir çoğunluğu için bir cehennem haline getiren bugünkü yönetim zihniyetine asla ve kat’a oy kullanmayacağımı beyan ederim.

Gazetemiz BirGün’ün dünkü manşetinde ve devamında içeride 2 tam sayfa boyutundaki son derece başarılı derlemesinde vurgulanan düzinelerce maddelik gerekçeler nedeniyle, bugünün iktidarının ve onun simgesi Recep Tayyip Erdoğan’ın "tek bir oyu bile" haketmediğini, "bu ülkenin başında, değil bir tek gün, bir tek dakika hattâ saniye bile kalmaması gerektiğini" sesimin en yüksek perdesinden söylemeliyim.

Bunu bu ülkenin geleceğini, bu ülkenin kaderini, bu ülkenin gençlerini, yaşlılarını, çoluğunu çocuğunu, yaşlısını, emeklisini, emekçisini, bebesini, dedesini, ninesini, çevresini, dağını, taşını ağacını, kuşunu kurdunu düşünen herkes için avazımız çıktığı kadar haykırmalıyız.

Bunu yapmazsak, "tarafsız olmak adına" adaletten ve insanlıktan uzaklaşmış, bu ülkeye ihanet etmiş, bu topraklarda bu ülkenin havasını soluduğumuz insanlara haksızlık etmiş oluruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu son 21 yıllık karanlıktan, kâbustan ve gerileme döneminden, işlenen her anlamda hunharca cinayetten, derin ve ağır yoksulluktan, adalet suikastlerinden, söndürülen hayatlardan, vatanseverlere kurulan kumpaslardan, tarihi bir ihanetle âdeta dağıtılan ordusundan, ülkenin dünyada yalnızlaştırılmasından, paramızın pul, ekmeğimizin "hiç" olmasından, gaspedilmiş haklarımızdan, utanmazca ve derin emek sömürüsünden sorumlu bugünkü yönetim anlayışının uzaklaştırılması hepimiz için bir boyun borcudur.

Boyun borcu olmanın da ötesinde insan olarak görevimizdir.

Recep Tayyip Erdoğan ve avanesinin temsil ettiği bugünkü islamci faşist zihniyetin, bir daha bu topraklarda filizlenmemek üzere tarihe gömülmesi de, tarihi bir görev olacaktır.

Pazar günü sandığa gittiğimizde, mührü ve oy pusulalarını elimize alıp oy kullanma kabinine girdiğimiz an, 21 yılın her bir gününü her bir dakikasını birer fotoğraf karesi, bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirmek ve o sorumlulukla karar vermek durumundayız.

Demokrasi kazanmalı.

İnsan hakları kazanmalı.

İnsanlık onuru kazanmalı.

Faşizm, kesinkes ve açık ara, kararlı bir oy çoğunluğu ile yenilgiye uğratılmalıdır.

Yolumuz açık olsun,