Yolsuzluk ve siyaset
Türkiye’de siyasetin toplumsal rahatsızlıkları ortaya çıkarmasına, örgütlemesine, dönüştürücü dinamik yaratma anlamında “kriz” çıkararak öncülük yapmasına pek alışık değiliz. Genellikle siyasetin, bıçağın kemiğe dayanması aşamasına gelen kitlelerin “kendiliğinden” tepkilerinin yanında durmasına ve takip etmesine alışığız. O nedenle olsa gerek yerel seçim sonuçları birçok yorumcu tarafından ¨seçmenin¨ müdahalesi olarak değerlendirildi. Seçim sonuçları enine boyuna tartışıldı, daha da tartışılacak. Ben yerel seçim süreci ve sonrasında ortaya çıktığını düşündüğüm bir dinamik üzerine yazmak istiyorum.
Öteden beri yolsuzluk iddialarının halkta yankı bulmadığı, hatta espri ile olsa da “iş bilirlik!” anlamında seçmen tarafından olumlu karşılandığı söylenir. Haliyle seçmenin tercihinde belirleyici olmadığı düşünüldüğü için de siyasi mücadelenin konusu haline getirilmez. Üst düzeyde israf eleştirileri yapıldı ise de geniş tanımlı yolsuzluk kapsamında değerlendirilmesi gereken uygulamaların “israf “ parantezine alınması kısmen meşrulaştırıcı ve yolsuzluğun ahlaki ve kriminal yönünü perdeleme işlevi gördü. Ancak yerel seçim süreci ve sonuçları seçmenin önemli bir kısmında yolsuzluk iddialarının belirleyici olabileceği yönünde güçlü işaretler barındırıyor. En son ıstakoz ve Roleks saat tartışmaları yüzeysel de olsa bunu gösterdi.
HALKIN TEPKİSİ ARTTI
Gelir dağılımındaki bozulma, artan yoksulluk, siyasi muktedirlerin her yerden fışkıran lüks ve şatafatlı yaşamları, damlama ekonomisinin iyice gerilemesi geniş kesimlerin yolsuzluklara olan farkındalıklarını ve tepkilerini artırdı, daha da artıracaktır. Türkiye’de Osmanlı’dan beri yolsuzluk iddiaları, rejim/sistem değişiklikleri, darbeler gibi siyasi altüst oluşlar sonrasında cumhuriyet fikri ve hukuk devletinin gerilemesi sonrası yükselmiş. Her gelen, kimi zaman yerli ve milli sermaye yaratmak için, kimi zaman kendi çetesinin sermayedarını yaratmak için yağmalamış kamuyu. Ancak Özal’la başlayan ve onun mirasçısı olduklarını gururla söyleyen AKP ile devam eden dönem tam bir yağma dönemi oldu. Kamu özel ortaklıkları, devleti küçültme, özelleştirmeler, fon oluşturma, davet usulleri vs. gibi yöntemler ülkeyi yolsuzluk batağına çevirdi. Üstelik bu yağmaya uluslararası finans da ortak edildi.
CHP’li Belediye Başkanlarının mal beyanı açıklamaları, yaşanan lüks ve şatafatı ifşa etmeleri, bilançoları açıklamaları yolsuzlukla sistematik mücadelenin yapılabilmesi için bir fırsat barındırdığı gibi kendilerine bundan sonrası için de sorumluluk yüklüyor. Siyasallaştırılmış, siyasi mücadelenin üst başlıklarından birisi haline getirilmiş bir yolsuzluk mücadelesi aynı zaman da yanlış zeminde kamplaşmış kesimlerin arasındaki duvarları da yıkma potansiyelini barındırıyor. Sağ iktidarların yolsuzlukları meşrulaştırma mekanizmaları eskisi kadar işlevsel değil. Bu durum sol/sosyal demokrat/laik kesimlerle sağ/muhafazakar/İslamcı kesimlerin yolsuzluk algılarını ve verdikleri tepkiyi ortaklaştırabilir. Her ne kadar yolsuzlukla ilgili ölçümlerde her yıl daha vahim bir noktaya düşüyorsak ve durum sahiden vahim ise de kimlik ve kültür eksenli farklı tutumlar aşılır ise gelecek adına büyük kazanımlar elde edilebilir. Ortaya çıkan iddialarla ilgili kişiler ve yandaşların meşrulaştırma ve inkar çabaları ahlaki zeminin hala yok olmadığının da göstergesi bence.
MUHALEFETE DÜŞEN
17-25 Aralık gibi devasa yolsuzluk iddiaları sonrasında toplumun artık duyarsızlaştığı, yolsuzluğun artık tabana yayılarak içselleştirildiği yorumları yapıldı ise de 17-25 Aralık soruşturmasının Fethullahçı kadrolarca yürütülmesi ve zaman zaman kanun dışı yöntemlere dayandırılmış olması belirleyici faktörlerden birisiydi. Aynı zamanda iktidarın meşrulaştırma enstrümanları işlevseldi. Artık o noktada değiliz.
CHP’li belediyelere sorumluluk düştüğünü söylemiştim. Doğal olarak ilk sorumluluk şeffaf ve temiz bir yönetim tarzını benimsemeleri. Ancak en az bunun kadar yapılmış yolsuzlukların ifşası ve yasal gereğinin takipçi olunması önemli. “Senin yolsuzun benim yolsuzum” demeden, başta kent suçları olmak üzere hiç bir yolsuzluğa izin vermemeleri gerekir. Doğal olarak en büyük sorumluluk partinin karar alıcılarına düşüyor: Topyekün ve sistematik bir yolsuzlukla mücadele programını hayata geçirip siyasi mücadelenin üst sıralarına taşımaları gerekir. İster doğru olan olduğu için, ister seçmen nezdinde karşılığı olacağı için olsun...