İnsanlığın tüm değerlerini tüketerek ilerleyen neoliberal saldırılara karşı her tür zorluğa ve tehdide rağmen teslim olmamanın en değerli deneyimlerinden birini yaşatan Yunanistan süreci bugün tam anlamıyla “Yunanistan hiçbir zaman sadece Yunanistan” değildir tabirini hak ediyor. Bugüne kadar neoliberal politikaların insanlığa yıkımdan başka bir şey getirmeyeceği konusunda uyarıların artmasına rağmen Yunanistan, “bir musibet bin nasihatten iyidir” dedirtircesine tüm yıkıcılığı dünya alem önünde somutlaştırdı.

Güçsüzleştir, bağımlılaştır, yönet
Tam anlamıyla bu bir “güçsüzleştir, bağımlılaştır, yönet” projesi. Bağımlı olma durumunun tanımına ilişkin bakın TDK’de ne yazıyor: “Bağımlılık bir süre mutlu eder, sonra alışkanlık olur, sonra baskıya dönüşür.”

Bugün Türkiye ekonomisinde de giderek daha bağımlı hale gelen bir gidişatın hepimizin geleceğini tüketecek bir süreci önümüze koyduğu şüphesiz. Borca dayalı büyüme modeli, ithalata dayalı üretim yapısı bugün istihdam, ücretler, faiz-kur politikası gibi birçok makro düzenlemelerin “dayalı” olunan karar birimlerinin arzularına göre inşa edilmesine yol açıyor. Bu kararlar yaşama ise iktidarların yönetme biçimleri, siyasal ve sosyal alan üzerinde kurmuş olduğu tahakküme bağlı farklı şiddetlerde yansıyabiliyor. Geleneksel devletin yasama, yürütme, yargı erklerini tekelleştirmiş, toplumsal alanı dini dogmalarla kuşatmış, halkı karar mekanizmalarına dahil edecek tüm demokrasi zeminlerini yok etmiş, sendika, meslek odaları vb örgütlenme zeminlerini sürekli tahrip etmeye çalışan, hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe sayan AKP gibi bir iktidar ise şayet bahsettiğimiz, işte yılda ortalama 1000-1200 arası işçinin iş cinayeti sonucu can verdiği bir şiddetten bahsediyoruz ülkemizde.

Neden-sonuç
Yatırımlarını finanse edecek bir iç tasarruf gücü kalmamış ülkeler dış tasarruflara yönelir. Borçlanma bu yönelimle başlar ve artarak devam eder. İç tasarrufun çoğunlukla oluştuğu alanlar ise hanehalkı ve şirketlerdir. Hanehalkının katkısı harcanabilir gelirindeki artışa, şirketlerin katkısı ise elde ettiği kâra bağlıdır.

2001 krizi sonrası ve AKP dönemi boyunca Türkiye’de izlenen yüksek faiz-düşük kur politikası dış borçlanmayı özendirerek ülkede ucuz ithalat ve akabinde tüketim çılgınlığı serüvenini başlatmıştır. 1990’lardan itibaren dünya kapitalizminin restorasyon sürecinin bir parçası olarak küresel aleme salınan bol likidite avantajından 2001 yılında yaklaşık %7,5 düzeyinde daralan ekonomisiyle Türkiye, dış borç olanaklarını kullanarak yararlanmıştır. Kullandıkça döviz içerde ucuzlamış- şirketlerin döviz borcu artmış- ithalat karşısında ihracat giderek erimiş- bankalar ucuz kaynakla bol paçadan kredi, kredi kartı dağıtarak halkı derin bir borç batağının içine çekmiş-tüketim sahte bir büyümeyi pompalayarak artarken iç tasarruflar gerilemiş, borçlanmak artık alışkanlıktan öte mutlak ihtiyaç haline gelmiştir. 2002’de 43 milyar dolar olan özel kesim dış borç stokunun bugünkü seviyesi 280 milyar dolardır. 2002’de 6,5 milyar lira olan tüketici kredisi ve kredi kartı borç tutarının 2013 yılı itibariyle tutarı ise 330 milyar TL’dir. Bugün halk gelirinin ortalamada yüzde 60’a yakın bir kısmını sadece borçlarını döndürmeye harcamaktadır.

Çözüm
Sermaye iktidar el ele her daim emekçiler üzerinde bir Troyka olma durumu hep var. Güçsüzleştir, bağımsız karar verebileceği zeminleri yok et, muhtaç hale getir, yönet durumu. En nihayetinde güçsüzleştirilenin güçlünün güdümü altına baskıyla itilmesi durumu…

İktisadi alanda güçsüz ve muhtaç hale gelme konusunda Yunanistan ile Türkiye’nin önemli benzerlikleri var. Komşudaki gelişmeler bu bakımdan Türkiye halkına önemli dersler çıkarıyor. AKP döneminde dış tasarruf sahipleri yani kreditörler sayesinde yaratılan sahte refah algısı yani geçici mutluluğun kötü bir alışkanlık yani bağımlılığı artırdığı gerçeğine dönük, büyüyen tehdide ışık tutuyor yaşananlar.

Bugünden bu tehditlere karşı nasıl önlem alabiliriz, bu tahakkümü yaşamımızdan nasıl sonlandırırız sorusu ise bu benzerliklerin yanına büyük farklılıkları koyuyor. Tahakkümü ve yaptırım gücünü belirleyen son kertede içinde bulunduğumuz siyasal ve toplumsal düzen. Bugün bu düzenin bizdeki karşılığı ise yaşamın her alanında faşizan karakteriyle yerleşik hale gelmiş AKP düzeni. Dolayısıyla bizde işler biraz daha zahmetli. Yunanistan halkının tek bir ağızdan dediği HAYIR’a ulaşabilmemiz için önce işimiz yaşamın her dokusunda bu düzene HAYIR demekten geçiyor.