İki bin yedi yılında bir gecede anlı-namlı subaylar pat diye ensesinden içeri atılmaya başlanınca, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı denip generaller ellerinde bavul, arkasında gözü yaşlı eş-çocuklar, İstanbul dışında kurulan TOKİ’den beter üç kuruşluk bir bina olan Silivri’ye postalanınca, iki gün evvel on dört senedir hizmetkârlığını yaptığı liderine hakaretten yargılanan eski ve ünlü tatlı su aydını ve onun hiçbir zaman solcu olmamış Nobel ödüllü adamı, Türkiye geçmişiyle yüzleşiyor işte, diyormuş, Taraf adlı yargısız infaz karargâhında toplanan ve hayatında aydın olma adına sadece -bugün yurtdışına kaçmış- savcıların pis iddianamelerini yayınlayanlar, cemaat üyesi polis fezlekelerinden tuğla gibi kitaplar yazan gizli ödenek maaşlı güruh, Ergenekon Türk gladiosudur, Erdoğan onu tasfiye edecek, propagandası yapıyorlarmış.

Hava dönünce, cemaat haddini aşan işlere kalkınca, tasfiye edilmiş, bir zamanlar Feto dedi diye, el kadar çocukları içeri atanlar, şimdi Fetö Terör örgütü icat edip bürokrat, işadamı ve diğerlerini Paralel Devlet Yapılanması’ndan Silivri’ye tıkmış. Nihayet geçen hafta bir zamanlar tüm subayları sanki tatile gönderiyormuş gibi bir neşeyle yirmi yıl, yetmez müebbet hapse gönderen Yargıtay’daki yargıçlar tekrar toplanmış, meğerse Ergenekon hiç yokmuş, Kontrgerilla yalanmış. O dönemin Adalet Bakanı çıkmış, hiç utanmaksızın, sanki içten bir özür diler gibi, hata yaptık, deyivermiş. Sizin anlayacağınız Kontrgerillaya tasfiye, memlekete geçmişindeki darbelerle, provokasyonlarla, katliamlarla yüzleşme bir aldatmacaymış.

Referandum denilen, var olduğu kadarıyla bağımsız yargıyı yok etme, Saray tetikçisi bir yargıçlar cephesi oluşturma dönemini hiç kimseler unutmamış. Slogan On İki Eylül’le, darbecilerle, işkencecilerle yüzleşiyoruzmuş. Binlerce insanı katleden, bugünkü İslamcıların yolunu açan Kenan Evren hiç tutuklanmamış, yatağında ifade vermiş, yargılama bitmeden yaşlı diktatör bitmiş, meydan sadece seçimle gelene kalmış. Altı yüz elli bin kişiye işkence yapan, doksan günlük bitmeyen sorgularda bir kibrit çöpünü kırar gibi gencecik insanların boynunu koparan tek bir işkenceciye bile dava açılmamış. On İki Eylül’le yüzleşme çağrısı yapan, Kenan Evren’e açılan davada sahne alan, işkenceci isimlerini savcılara bildiren 78’liler de eli boş dönmüş. Nihayet yine Ankara’daki Anayasa Mahkemesi toplanmış, Anayasa’yı rafa kaldıran darbeciler ve tetikçileri işkencecilerle ilgili açılan bir dava, o zamanlar gözaltına alınan ve bir daha geriye dönemeyen Nurettin Yedigöl davasında (Zeycan Yedigöl başvurusu, 2013/1566 sayılı karar, 10 Aralık 2015) karar vermiş, meğerse süre dolmuş, yirmi yıldan sonra elden bir iş gelmezmiş, hukukun da elbet bir sınırı varmış, işkencecilere de ancak belli bir süre içinde dokunulurmuş, tüh işte mağdurlar süreyi de doldurmuş. Böylece anlaşılmış ki, Türkiye’nin otuz yıl yıl öncesinde yüz binlerce insana yapılan sistemli işkenceler ve henüz hayatta olan işkence memurlarıyla da yüzleşilmeyecekmiş, haydi işkenceciler, nerde kalmıştık?

Bundan 5 yıl evvel bu ülkede bir Dersim rüzgârı esiyormuş, bu kalemin İslamcı-Vahhabilerden sadece zulüm geleceğini masallardan da değil, yaşlılardan dinlemiş budala yazarı bile -bir-iki gün- acaba Dersim’le yüzleşilebilir mi, diye kendine sormuş. Açılan arşivler, saçılan belgeler, bugünün diktatörünün Dersim’den devlet adına özür dilemek gerekirse, ben diliyorum sözü, herkeslerin feleğini şaşırtmış. Sonra görülmüş ki, özür-mözür yokmuş, Erdoğan sadece Alevilerin acılarını sömürüyormuş, nitekim meclisteki Dersim komisyonu 2012’de yalnız iki defa toplanmış, zavallı gözü yaşlılara, teyze amca sizi Atatürk mü kırdı, yoksa İsmet miydi, bu CHP niye özür dilemiyor, sorusunu sormak dışında bir iş yapmamış. Meclise gelen mağdur dilekçeleri raflarda toza, arşiv belgeleri farelere yem olmuş, Dersim katliamı da yokmuş, bizim ecdat o işleri yapmaz, Müslümanlar soykırım yapar mı hiçmiş.

Bu sahtekâr, bu hileli, bu takiyyeci iktidarın, yalanı politika yapan bu yalancılar devletinin en büyük yüzleşme propagandası ise, artık karanlık bir odak yok, karanlıkları tasfiye ettik, milli irade dışında bir güç yokmuş. İki gün evvel bir baktık ki, Bingöl’ün seçip iki dönemdir meclise gönderdiği doktor İdris AKP’lilerin ayakları altına düşmüş, üsttekiler de ver Allahım, diyerek adamcağızın kafasını tekmeliyor, Davutoğlu sonra çıkıp, Gezi’deki gibi Aferin çocuklarım, destan yazdınız, demiş. Vahhabi-İslamcıların meclisi işte böyledir, kapısından bile geçemezsiniz, ne olacak işte, İdris kalkar yerinden, olan bizim meclisin tek güç olacağı yalanına olmuş. Yüzleşme yine fiyaskoymuş.

Bir ara, bir Ermenilerle yüzleşme dalgası vardı, karşılıklı maç davetleri, Galatasaray lisesi önünde toplanmalar, Harem Garı’na gitmeler, ne olmuş ona? Ha, hatırladım o da yalanmış, görmediniz mi meclisteki komisyonda muhalefet milletvekillerini kesin öldürmek için saldıranlar, Garo burda, buraya Garo burda, diye bağırıyormuş, Ermenilerle yüzleşme işte oymuş.