Anlamışsınızdır, başlıktan kasıt 28 Mayıs’ta ipi Kılıçdaroğlu’nun göğüslemesi. Ü. Özdağ ile ortak açıklaması ve imzalanan protokolle gördük ki Zafer Partisi de onun yanına geldi. Bu durumda başlık “Zafer, zafer getirir mi?” de olabilirdi.

Kılıçdaroğlu, birinci turun ortaya çıkardığı tablonun ardından, ikinci turun kazananı olabilmek için yönünü daha çok milliyetçiliğe döndü. Bu yöneliş açısından baktığımızda, Özdağ’ın desteğinin Oğan’ın desteğinden gerek matematik gerekse de psikolojik motivasyon açısından daha etkili olduğunu söylemek mümkün.

Ancak, yanıtını şimdiden bilemediğimiz iki nokta var. 

Birincisi, dünkü yazının sonunda işaret ettiğim, Kürt seçmenin tavrının Özdağ’la imzalanan protokolden nasıl etkileneceği. “Soylu mu, Özdağ mı?” diye sorup, kararlarını ona göre verip vermeyecekleri. 

O protokolde Özdağ için doğrudan İçişleri Bakanlığı gibi bir ifadenin olmaması ve protokolün aslında Millet İttifakı’nın daha önce deklere ettiği programdan çok farklı olmaması son derece politik ve bilinçli olan Kürt seçmenin yönelimini nasıl etkiler, kestirmek zor.

İkincisi, “Birinci turda sandığa gitmeyen milyonların sandığa götürülmesini sağlayacak olan bu milliyetçi söylem midir?” sorusunun cevabı da belli değil.

Kılıçdaroğlu’nun mevcut son derece sıkışık dar reel politik alanda “şimdi”yi, yani 28 Mayıs’ı kazanmak adına yapabileceği fazla manevra yok. “Gelecek” ve gerçek anlamda bir toplumsal dönüşüm asıl olarak solun ve sosyalistlerin tasası olmaya devam edecek!

Bu, kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun kazanabilmesi için olanca güçle çabalamaktan geri durmak anlamına gelmiyor!

Bu seçimin hangi koşullarda yapıldığı, ne kadar eşitsiz bir yarış olduğu ortada. Belki de, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı, parlamento aritmetiğinin de dayatmasıyla, en kısa sürede daha demokratik ve adil bir seçimin koşullarını yaratır. Öylesi bir seçimde, bütün partiler de kendi “önemli”lerini yarıştırma olanağına kavuşur! 

Geleceği kazanmak derken, birinci tur sonuçlarını açıklarken de başvurulan şu meşhur “kurbağa sendromu” meseline değineyim. Hani kurbağa kaynar suya atılınca ani şokla kendini dışarı atar, suyu yavaş yavaş ısıtırsanız sıcaklığı fark etmez ve uyuşup ölürmüş ya!

Toplumsal olayları açıklamada ne kadar yararlı olduğu bir yana, bu tümüyle uydurma ve bilimsel geçerliliği olmayan bir deney. Bir sıçrayıp kurtulma şansı varsa, o da yavaş yavaş ısıtılan kurbağanınki. Diğeri anında haşlanıp ölüyor!

Öyle bir memleket olduk ki, camide imam 28 Mayıs gecesi iki silahıyla sokağa çıkmaktan söz ediyor, karşı çıkan gazi hırpalanıyor. Çocuklar cemaat yurtlarında tecavüze uğruyor. Bir önceki seçimde 4.5 lira olan dolar, “Beni seçin bakın ne olacak” diyen cumhurbaşkanı yönetiminde 20 lirayı geçiyor. Soğan alınamaz oluyor ve canı çeken emekli 5 eriği zor alıyor. Ağzını açıp iktidarı eleştiren kendini cezaevinde buluyor. Yargıç başkanın ağzına bakıyor… Liste uzun. Ve biz bunu, ısıtılan kurbağa gibi alıştırıldığı için millet hala bunlara oy veriyor diye açıklıyoruz. 

Kurbağa deneyi uydurma da, hadi bu toplumsal çıkarım doğru olsun. O halde, buradan alınacak ders nedir? Demek ki, “hemen şimdi bir sonuç” peşinde koşmadan ancak ısrarla, sabırla çalışarak toplumu dönüştürmek mümkün.

28 Mayıs’ta “zafer” gelsin diye elimizden gelenden de fazlasını yapacağız!  Bu net!

Ama zaferden sadece kurbağanın fırlayıp kazandan çıkmasını anlamayacak, düştüğü yerde onu neyin beklediğini de dert edeceğiz! Bir kazandan bir başkasına atlamasını da öylece seyretmeyeceğiz! 28 Mayıs’ta zafer için çalışırken, “gelecek”i boşlamayacağız. Ve o geleceğin inşası, sistematik bir şekilde ısıtılan su gibi, sabırla ve ısrarla, uzun soluklu bir mücadeleyle olacak.

Başlıktaki soruya da cevap verip bitireyim; Evet, gelir!