‘Zorunlu misafirlik’ ya da ‘kanunsuz iskan’ deneyimleri
1960’lı yıllar Türkiye’sinin etnisite-nüfus politikaları, pek çok bakımdan özel olarak araştırma gerektiren detaylar içeriyor. Zira Türkiye’nin geleneksel etnisite/nüfus politikalarının hem zirve yaptığı hem de yeni biçimler kazandığı bir dönem olduğunu söylemek mümkün. Türkiye ilk kez o yıllarda nüfusu çoğaltma politikasından vazgeçti. İlk nüfus enstitüsü o yıllarda kuruldu. Nüfus sayımlarında ‘anadiliniz nedir’ sorusunun yanıtları diğer verilerle birlikte araştırmacılara o yıllarda kapatıldı. Şehirlerin ana arterleri ‘Kim kendisine Kürt diyorsa yüzüne tükürün’ yazılı pankartları ilk kez o yıllarda gördü. Tuhaf şekilde iktidardaki bazı şahsiyetlerin de imzaladığı ‘Aydınlar Dilekçesi’ o yıllarda yayımlandı. Bütün tarihi boyunca görünmez kılınması tercih edilmiş Aleviler ilk kez o yıllarda politik parti de dahil çeşitli araçlarla görünür hale geldiler. Daha bir dizi çelişkili, çelişkisiz politik karar ve uygulamalar 1960’lı yıllarda ortaya çıktı ki bunların politik-sosyolojik anlamı ve bağlamı henüz yeterince tartışılmış değil.
Türkiye’nin etnisite ve nüfus politikalarının anahtar metni olan 2510 sayılı İskan Kanunu bile bu dönemde tuhaf esneklikler kazandı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 27 Mayıs 1960 darbesinden hemen sonra değişik illerden getirilen, Kürt toplumuna mensup 485 kişinin Sivas 5. Er Eğitim Tugayında bir kampa konulmalarıydı. Somut suç isnat edilmediği gibi haklarında herhangi bir mahkeme kararı da bulunmuyordu. Ancak yetkiyi ellerinde bulunduranların keyfi gibi görünen kararlarıyla fiili tutuklu hale getirilmişlerdi. Dolayısıyla mecburen bir tür ‘misafir’ olarak kabul edilmişlerdi. Aslında misafir sözcüğü de durumu tam açıklamıyordu çünkü orada kaldıkları süre içerisinde masraflarını da kendileri karşılamışlardı.
Toplanan Kürt önde gelen aileleri arasında Şeyh Said’in çocukları Ali Rıza ve Selahaddin, daha sonra Van milletvekili olacak Kinyas Kartal, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turan, İzzetin Doğan’ın babası Hüseyin Doğan, Sedat Bucak’ın babası Hakkı Bucak gibi bilinen isimler vardı. Ayrıca Hakkâri’den Ertuş ailesi, Ağrı’dan Öztürk ailesi, Diyarbakır’dan Ensarioğullar’ı, Elazığ’dan Septioğulları, Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı ailesi, Malatya’dan Sait Çekmegil, Bayburt’tan Necati Tuğ, Mardin’den Bahattin Erdem, Ağrı’dan Kazım Yıldırım, Van’dan Tevfik Doğuışıker, Batman’dan Sait Ramanlı ailelerinden de önde gelen isimler vardı. CHP’li olan da vardı, DP’li olan da. Alevi olan da vardı, Sunni olan da. Yani politik/inançsal olarak farklı ama ortak nitelikleri Kürt olanların önde gelen bireyleri kampta toplanmıştı.
Konuyla ilgili haberlere göre bu uygulamanın mimarı, 3. Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala idi. Gümüşpala, 1938 Dersim Katliamı’nda görev yaparken yaralı olarak Dersimlilerin elinde kalmış; Sıle Pıti isimli Dersimlinin çabasıyla yaraları iyileştirildikten sonra bölgedeki askeri birliklere teslim edilmiş bir subaydı. Hatta yıllar sonra kendisini kurtaran kişiyi ziyaret etmiş; bir can borcu olduğunu ifade etmişti. Yani sorumluluk aldığı bölgeyi de, toplumu da iyi tanıyordu. 485 kişi bulundukları şehir-köylerden onun emriyle toplanmıştı. Ragıp Gümüşpala bu uygulamayı ağalık, şeyhlik düzenine karşı bir müdahale olarak yansıtmış; 19 Ekim 1960 tarihli bir gazete haberine göre bu kişilerin kendi bölgelerinde Türk harfleri ile tedrisata muhalif olduklarını söylemişti. Dolayısıyla ‘normal’ bir iş yaptıklarını ispatlama telaşı içindeydi.
Sözkonusu 485 kişiden 430’u altı ay tutulduktan sonra serbest bırakılmış; 55’i alıkonulmuştu. Alıkonanlar 1960 yılı aralık ayında Antalya, Burdur, İzmir, Muğla, Afyon, Isparta, Çorum, Manisa ve Denizli illerine sürgün edilmişlerdi. Bu sürgün öyküsü 1963 yılında yapılan bir yasal düzenlemeyle bitirilmiş; ilgili kişiler memleketlerine dönebilmişlerdi.
Gazeteci Nevzat Çiçek’in Sivas Kampı: 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü adlı çalışmasında ayrıntılı şekilde yazdığı bu ‘zorunlu misafirlik veya kanunsuz iskan’ öyküsü, 1960’lı yıllarda sistemin geliştirdiği, gerilimlerle yüklü yeni politik çizgisinin bir ilk adımıydı aslında. Bu ilk uygulamayı takip eden her bir önemli karar-uygulama kendi başına bir araştırma konusu olabilecek detaylar içeriyordu. Sanırım her bir uygulamaya detaylı bakarak 1960’lı yılların total fotoğrafı ve ‘özgürlükçü yıllar’ vurgusunun öteki yüzü daha iyi görülebilir. Türkiye’nin, sosyal bilimcilerin ve bilhassa sol-sosyalist geleneğin buna çok ihtiyacı var.