Ohh be! Bu hafta lafa Başbakanla başlamıyorum. Çünkü işçi, emekçi, solcu, devrimci gündeme gel koydu. Dünkü gazetelerin bütün

Ohh be! Bu hafta lafa Başbakanla başlamıyorum. Çünkü işçi, emekçi, solcu, devrimci gündeme gel koydu. Dünkü gazetelerin bütün manşetlerinde “Biz” vardık.
İstanbul’da değildim, 1 Mayıs’ı “Şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım” diyerek ve devrimci bir hasetle izledim televizyondan...
Bizim cenahta bu mühim olayın tahlilleri yapılacak, aceleye getirip hariçten gazel okumadan önce bunları bir dinlemek, önce bilfiil bu işin içinde olan kardeşlerimin gözlemlerine kulak vermek lazım. Ama tabii ki soracak bir iki sorum ve cevaplarım var, çünkü dedim ya gün (bugünlük) bizim günümüz, gündem de sahiden bizim gündemimiz.
Mesela Ertuğrul Kürkçü’yü de gördüm ekranda, meydandaydı ve şöyle diyordu:
“Eğer devlet yapmazsa provokasyon olmaz!”
Baktım, sonradan da aklı başında herkes Ertuğrul Kürkçü ile hemfikir. Nasıl olmasın ki?
Çünkü... Demek ki neymiş? Özünde, devlet hâkim sınıfların sopasıymış, copuymuş?
Son yıllarda 1 Mayıs’larda devlet denilince kim akla gelirmiş? Polis! Sekiz yıldır hâkim sınıfları temsilen hükümette kim varmış? AKP! Bugüne dek hep ne olmuş? Cop ve biber gazı kullanılmış. Peki şimdi ne olmuş? Kullanılmamış. Ama neden? Kendi cevabımı az sonra vereyim, lakin bundan önce bir şeycikler daha diyeyim:
Televizyon görüntülerinden sonra gazete manşetlerine göz attım: Bazılarında, cevabın ipuçları mahiyetinde, bilinçaltlarındakiler bu manşetlerde de kendisini kusmuştu... Taraf, Yeni Şafak, Star gazetelerinin manşetleri ortaktı:
“Tabu yıkıldı!”
Tabu yıkıldı, yani “günah” işlendi öyle mi? Yoksa “ayıp” mı edildi?
Çünkü “tabu” gündelik dilde “yasak”, “ayıp”, “günah” filan anlamında kullanılır... Ayrıca dinsel ve dolayısıyla biraz da sosyolojik muhtevalı bir kavramdır... Her toplumda kutsal sayılan bazı şeylere dokunulması, kullanılması yasaktır, aksi yapıldığında zarar görüleceğine inanılır. Sosyoloji bu olguya ayrıca “tekinsiz” olma niteliği de atfeder.
Taksim Meydanı yıllardır, sermaye “toplumunun” ve dolayısıyla devletin mahrem yeri olarak görüldü, tabu sayıldı; işçilerin yekvücut olabildiği “tekinsiz” bir yer oldu onlar için. Burjuvazi, hükümet, devlet... her neyse, hepsi birden, emekçilerin bu mekâna girmesi halinde kendi kurallarını çiğnenmiş saydı, Burayı kendi mülkiyetinin kalesi olarak gördü ve hakikaten tabulaştırdı, üstelik tapusunu da kendisinde saydı ve bugüne dek vahşice savundu durdu...
Ve... 1 Mayıs 2010 tarihinde aslında sadece “tabu” yıkılmış olmadı, tapu da delindi, tapunuz delindi! Ne haber?
Eh, bu arada, kambersiz düğün Başbakansız yazı olmuyor işte... Tayyip Erdoğan dün AKP Grup toplantısında konuştu ve şöyle dedi: “Taksim’i kopara kopara aldık diyenler var. Kimse Ak Parti iktidarından kopara kopara bir şey almadı. Bu böyle bilinsin.”
Bakar mısınız? “Ben” diyor “sadece, ben bahşederim! Bana mücadele filan sökmez!”
Pışşık Tayyip Bey! Şu günler, malum, anayasa değişikliğiyle uğraşmaktasın, geçen seneki gibi yine coplar inip kalksaydı, çizgi filmlerdeki Pinokyo’dan farkın kalır mıydı? Elin mecburdu, elin! Bunu bilmeyen mi var?
Ama elbette korkuyorsun, burnun uzayacak, masken yine düşecek diye çok korkuyorsun... Bu korkun nedeniyle işte böyle Tabu’nu ve tapunu bile feda edebiliyorsun.
Ama sana korkma demeyeceğim... Kork Recep, kork Tayyip, kork Erdoğan...
Hepiniz korkun! Yahu, hepiniz zaten korkaksınız ve müesses nizamınız / kurulu düzeniniz yıkılacak diye yüzyıllardır korkmaktasınız. Bu yüzden iktidarınızı sadece ve kendi ellerinizle yarattığınız korku rejimleri sayesinde sürdürebilmektesiniz. Yalan mı?
Doğruya yalan diyen de yalancıdır. Ve işte bunlar hem korkak hem yalancıdır... Çünkü bunların esas tabusu müesses nizamdır... Bakın zaten aynı anlama gelen “statüko” lafını pek seviyorlar ama hiç “müesses nizam” (kurulu düzen) diyorlar mı? Demiyorlar...
Çünkü bunlar aynı zamanda düzenbazdır!