Algı mı yapıyorlar? Mesela “perküsyon” dedikleri, bildiğimiz dümbelek… “Algı yönetimi” dedikleri, bildiğimiz akıl çelmek, kafa kola almak… “Satış elemanı” dedikleri, bildiğimiz tezgâhtar… “Komplo” dedikleri de bildiğimiz tuzak, birilerini tehlikeli bir duruma düşürmek için kurulan düzen…

İşte son günlerde dümbelek kafalılar da, cümle âlemi kafaya almak için tezgâh peşindeler, tuzak üzerine tuzak kurma hevesindeler.

Seçimleri kaybederlerse o sonucu darbe sayacaklarmış ve gereğini yapacaklarmış! Karşımızdakiler, seri yalancılardır. Seri yalancılar seri yalanlar işlemeye devam ediyorlar, edecekler. Seri yalancılar gerçekleri birer birer katlediyorlar, katledecekler. Çünkü tek bildikleri iş budur.

Ama bir nokta daha var. Sadece onların zulmünü dile getirmek, sanki onlar çok güçlüymüş ve yenilmezmiş gibi bir hava da yaratabilir. Ki zaten öyle görünmek istiyorlar. Seçimleri kazanmak için her şeyi yapabileceklerini biliyoruz. Ama o çabalarının bir işe yaramayacağı da şu kısa süre içinde her yönüyle ispatlanmalıdır.

Meclis muhalefeti bugüne dek ağırlıkla şikâyetle yetindi. İktidarı şikâyet etmek, eleştirmek, teşhir etmek tabii ki lazım. Ama vaatlerini elle tutulur hale getirerek seçmenlerin karşısına çıkmak artık çok daha inandırıcı oluyor. Nitekim son günlerde Kılıçdaroğlu “Bay Kemal’in Tahtası” videolarıyla çözümlerini peş peşe sıralıyor.  İyi de yapıyor.

Yeter ki muhalefet son dönemeçte vahim hatalar işlemesin. Ve Saraylıların zaten teşne oldukları hatalarının önünü daha da açsın. Bırakın çığırtsınlar. Bırakın korkutsunlar. Korkuttuklarını sansınlar. Böyle yaptıkça sadece muhalefetin öfkesini çoğaltıyorlar Öfkenin muhalefetiyle karşılaşıyorlar. Kendilerinden artık korkmayanlar karşısında daha çok korkuyorlar ve saçmalıyorlar. Muhaliflikleri öfkelerinden taşan, öfkeleri muhalifliklerini aşan bir dirençle yüz yüze gelince, ellerinde yalandan ve dolandan ve tehditten başka bir şey kalmıyor.

Buradaki asıl handikap muhalefetin kendisini sahiden mağdur hissetmesidir. Elbette saraylılar yıllarca mağdur rolü oynamamın ekmeğini yediler. Tek adam rejimiyle birlikte artık mağdur görünmemeye mecburlar. Ve böylece mağdur değil mağrur bir halde caka satarak güç gösterisi yapmayı çok seviyorlar. Dikkatinizi çekti mi? Artık “dik dur eğilme bu millet seninle” sloganı bile pek etkili olmuyor. Ve onların dilinde muhalefeti mağdur etmek, kesinlikle muhalefeti ezik göstermek demektir.  Üstelik insanlar mağdur ve ezik bir halde gidişatı çaresizce izlesin, seyirci kalkmakla yetinsin istiyorlar. Ama geri plandaki asıl amaç insanın doğası gereği güce eklemlenme isteğini istismar etmektir. İşte tam da bu nedenle insanların çaresizlikle kendi güç gösterilerine eklemlenmesini tek seçenek olarak sunuyorlar.

Meclis muhalefeti ise demokrasi mücadelesinin tek seçeneğinin sandığa gitmek olduğunu vurgulamakla yetiniyor.  Demokrasi bir reddiyeler manzumesidir. Oysa “sağduyulu” kalalım derken, olumsuzu reddiyenin enerji kaynağı “solduyu” da etkisizleştiriliyor. Ve böylece demokrasi mücadelesini sadece seçime endeksleyerek toplumsal muhalefete seyirci rolü biçiliyor. Devrimci ve dayanışmacı SOL ise, bu ülkede “seyirci”leri değil “aktör”leri çoğaltma davası, halkın seyirci olmaktan çıkıp oyuna bizzat müdahale etmesi davası peşinde koşuyor. Mağdur rolünü reddediyor ve muhatap olma iddiasından vazgeçmiyor.

Yıllar önce Oğuzhan Müftüoğlu NTV ekranlarında şöyle demişti: “12 Eylül darbesine karşı mücadele eden topluluğun bir bireyi olarak kendimi 12 Eylül mağduru olarak görmüyorum. Türkiye’nin o günkü mevcut düzenine karşı, o faşist diktatörlüğe karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Burada bir mağduriyet söz konusu değildir. Biz 12 Eylül’ün muhatabıyız.”

Şimdi de AKP rejimine karşı mücadele eden sosyalistler olarak kendimizi siyasi İslam faşizminin mağdurları olarak görmüyoruz. Yıllardır o faşizme karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Burada bir mağduriyet söz konusu değildir. Biz sosyalistler siyasi İslam faşizminin muhatabıyız. Muhataplar, gereken cevabı verenlerdir.