Seçim hileleri, anketler, kampanyalar, kumpanyalar şunlar, bunlar bir yana… İlk seçim sonuçlarının kısa ve öz anlamı şöyle olabilir: Herkes sandıkta kendisini seçti. Hadi bu sözü bir tık daha açalım: Herkes sandıkta kendisi gibi olanı seçti. Hadi bu sözü de bir tık daha açalım: Herkes sandıkta kendisinin olmak istediği gibi olanını seçti.

Burada “herkes” elbette bir genellemedir. Elbette aykırı haller de vardır. Ve devrimcilik aykırı halleri çoğaltma çabasıdır. Şu son beş gün için yapılacak ve beş güne sıkıştırılacak tahminler pek anlamlı değil. Sadece temenni. Ve son bir hamle daha. Ne olacaksa o olacak. Sonrasına bakılacak.

Peki, hakikaten herkes sandıkta kendisini mi seçer?  Evet, mevcut ortamda kendi bireysel “çıkarını” seçer. Kendi sınıfının çıkarını temsil edeni ise bilinçli olarak sadece zenginler seçer, yoksullar seç(e)mez. Yoksullar sınıf bilincine sahip olsaydı seçimlere de gerek kalmazdı. İktidara el koyardı. Yoksullar haldeki durumda ağırlıkla dinini seçer, milliyetçi “çıkarını” seçer. Öyle koşullanmıştır.

Çünkü demokratik olmadığı ayan beyan olan şu seçim yarışında, seçmenin tercihini belirleme iradeleri hiç de demokratik sayılamazdı. Seçmeni ikna etmek için devasa yalan makinesi yalancının elinde oldukça ve kaldıkça durum değişmez. Ne yapılacaksa o makineye rağmen yapılabilecektir.

***

Durum şöyledir: Türkiye ekonomisinin belkemiği olan İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirler ağırlıkla Erdoğan’a oy vermemiştir. Trakya, Batı Anadolu, güneyde Mersin ve Adana’da Erdoğan ve Cumhur İttifakı ciddi gerileme göstermektedir. Kürt bölgeleri ise kendi hassasiyetleriyle davranmaktadır. Çünkü son günlerdeki yaygın cehennem metaforunun sıcaklığı en çok buralarda hissedilmektedir ve bilhassa Orta Anadolu ve Doğu Karadeniz gibi öteki bölgeler ise hâlâ öbür dünyadaki bir cennet vaadine ikna olmaktadır. Açıkçası, sadece kutuplaşmış toplum değil bölünmüş coğrafya hali de devam ediyor. Ama saraylıların merkezi kontrolünün devlet, güvenlik bürokrasisi sayesinde o seküler ve ilerici coğrafyadakilere de “kurtarılmış bölgede” yaşıyormuş hissini tattırmayacağı aşikâr. Zaten o insanlar tam da bu yüzden can havliyle cehennem kapısı kapansın istiyorlar.

Kendimizi şöyle iyimser tahlillerle avutmayalım: Cumhur İttifakı kazandı ama son beş sene içinde en az yüzde 4 oranında gerilemiş. Deprem bölgelerinde de birazcık gerilemiş. Erdoğan da, en azından yüzde 3 civarında oy kaybetmiş. AKP’nin Meclis’teki sandalye sayısı azalmış ve…  fakat Cumhur İttifakı “kazandı” işte! Evet, Siyasi İslam geriliyor ama henüz çökmedi. Çünkü milliyetçilik ile iç içedir ve milliyetçilik yükseliştedir. Her iki ittifak açısından da durum böyledir. Ve üstelik kilit isim denilen Sinan Oğan’ın “terörle sıkı mücadele” adına desteğini Saray rejimine çevirmesi ihtimali dahi söz konusudur. Sinan Oğan’ı bir umut olarak göstermek ise hakikaten çaresizliktir.

***

Devrimciler tabii ki umut aşılarlar, moral yükseltirler, ama umuda bel bağlamazlar. Neden? Çünkü umut etmekle yetinmek, yapılması gerekenleri başkalarının yapmasını ummaktır. Devrimciler kendi işlerini başkalarına havale etmezler. Bu arada, peki, seçim neden nispeten “sakin” geçti? Acaba doğrudan şiddetli saldırıya yönelirlerse başa çıkamayacakları bir tepki olur endişesi içinde miydiler? Bilemeyiz. Ama muhalefet dalgasının ilk turdaki şiddeti bir nevi kırıldı gibi, yani hayal kırıklığı gizlenemiyor. Hayal kırıklığına uğramayan tek kesim yine devrimci güçler. İyi ki devrimciler var. Böylece baş edemeyecekleri tepkilerin olabileceği endişesini diri tutmak gibi bir seçenek hâlâ var.

Artık yarışan partiler yok. İyice keskinleşmiş iki kutup var. Şimdilik kutuplarda sadece Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu yer alıyor. Kutuplar alacakaranlıklarıyla meşhurdur. Son beş günün adı: Alacakaranlıktır. Koyu karanlık veya nispi aydınlık için sadece bir adım kalmıştır. Yani henüz kâğıt üstünde “kesin” bir şey yok. Ama her halükarda devrimciler alacakaranlıkları ve karanlıkları yırtmaya, güneşe akın etmeye devam edecekler. Kesin olan tek şey işte budur.