Anayasacılık tarihinin en yoğun bilgi kirliliği eşliğinde kotarılan 2017 değişikliği, kişiye özgü o denli geniş yetki yelpazesi öngörüyor ki, iktidar yolunu gölgeleyen hukuk ve demokrasi ilke, değer ve kuralları yok sayılabiliyor, şu anda olduğu gibi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi (CBHS) sloganı ile ‘anayasa karartması’ yapanlar, aslında 16 Nisan’da oylanan metnin, CBHS bir yana, hükümeti kaldırdığı gibi Cumhurbaşkanlığını bile öngörmediğini gözardı etmekte ısrarcı oldu.

‘CBHS’ aldatmacası

Neden? Çünkü bir kez, ‘Hükümeti lağvetmek’, 6771 sayılı Kanun’un ilk hedefi.

Sonra, -siyasal destek için kullanılan- Cumhurbaşkanlığı, Devlet başkanı ve başı kavramları eşliğinde parti başkanlığı ile kuşatıldı. Böylece, Cumhurbaşkanlığı, tarihsel evrim sürecindeki bağlamından koparılarak günlük politik alana taşındı (Cumhurbaşkanı, artık ‘cumhur’un değil, sadece onun bir kısmını oluşturan ‘parti’nin, yani halkın bir parçasının temsilcisi, şu anda AKP başkanının durumunun yansıttığı gibi).

Nihayet, demokratik sistem kavramı, kuralı koyan ve onu uygulayan organın birbirinden ayrılması, denetleyen organın ise her ikisinden ayrı ve bağımsız olmasıyla anayasal denge ve denetim düzeneğinin mevcudiyeti ölçüsünde kullanılabilir ancak.

Özetle, 16 Nisan’da oylanan metin, bir anayasal düzenden çok, ancak ‘tek kişi iktidarı hizmetine konulmuş kurallar karmaşası’ olarak nitelenebilir. Bu nedenle, Türkiye toplumunun kazanımları ışığında, anayasal sürdürülebilirlik özelliğine sahip değil (bkz. ‘16 Nisan halkoylaması sürdürülebilir mi?’, 26.10.17).

Sürdürülemez olduğu, metni kayıtsız ve koşulsuz savunan ve sahiplenen kesimlerce de görülmeye başlandı. Hatırlayalım: “hele bir anayasa kabul edilsin; uyum yasaları da önemli; yasalar yoluyla iyileştirmeler de yapılabilir, yapılmalı” vb., 16 Nisan metni misyonerliği yanı sıra, AK Parti’ye yönelik umut/demokrasi beklentisinin devam ettiğini ima eden açıklamalar, ne çabuk unutuldu!

Oysa ‘anayasal düzeni kaldıran’ metin karşısında yasalara, biçimsel ve teknik konular dışında düzenlenecek pek alan kalmıyordu. Esasen siyasal parti ve seçimlere ilişkin başlıca iki yasa, demokratikleştirici anlamda gözden geçirilebilirdi.

Sadece şunu hatırlayalım: ‘6771 sayılı kanunla getirilecek düzenlemede artık hükümet istikrarı sorunu olmayacağından seçim barajı da anlamsız kalacak’ deniyordu.

Bu söylem de pek çabuk değiştirildi: Cumhurbaşkanı, TBMM’de çoğunluğa sahip olduğu ölçüde ‘kuruculuk misyonu’nu yerine getirebilir vb. sözler dillendirilmeye başlandı.

Çelişkilerle bezeli, ama demokratik anayasal düzen ile ilgisi olmayan söz ve açıklamalar çizelgesi uzatılabilir; aslında bunu yapmakta yarar var. Fakat bunun seçeneğine odaklanmak, daha önemli.

Nedir bu? ‘Sürdürülemez’ nitelik taşıyan metnin seçeneğini oluşturan anayasa ve demokratik söylem.

Sürdürülemez olan…

Seçimler için, 6771 sayılı Kanunun öngörülen, “3/11/2019 tarihinde yapılır” kuralı, çoktan tartışmaya açıldı. Dahası, 2019 veya daha erken seçime giden yolun ne denli dikenli olduğunu son iki haftada yoğunlaşan tartışmalar, bir kez daha teyit etti. ‘16 Nisan halkoylaması sürdürülebilir mi?’ yazısını şöyle noktalamıştım:

“-16 Nisan’da oylanan metin, henüz kısmen yürürlüğe girdiği halde, şimdiden, hukuku ve demokrasiyi süpürdü.

-Seçimler sonrası tümüyle yürürlüğe girdiği zaman nasıl bir yönetime yol açacağı gün ışığına çıktı.

-6771 sayılı Kanun ile kabul edilen ve tek kişinin ‘mutlak iktidarı’ ile sonuçlanacak Anayasa değişikliği, sürdürülebilir olmadığı için, ‘demokratik hukuk devleti’ eksenli anayasal çerçeve etrafında geniş bir mutabakat sağlanması acildir.”

Sürdürülebilir olan

Şu halde, iktidar karşısında demokrasi yolu nasıl geliştirilebilir? Bu soruya yanıt için, şu üçlü öneri etrafında tartışmaya ivme kazandırılmalı:

-Seçimler, demokrasiye dönüş için: TBMM ve CB seçimlerinin hedefi, 6771 sy. yasanın öngördüğü iktidarı kullanmak için değil, demokratik hukuk devletine dönüş olmalı.

-Anayasal yurtseverlik: Anayasa yoluyla demokratik hukuk devletine dönüş seçeneği, anayasal kazanımlar bağlamında, ‘insan hakları/yurttaşlık/eşitlik/laiklik’ hedefinde örülecek kucaklayıcı kavramlar eşliğinde geliştirilmeli. Bu süreçte, milli ve yerli anayasadan çağdaş anayasal gelişmelere kadar, ‘anayasal yurtseverlik’ hedefi, elverişli bir çerçeve oluşturabilir.

-Uzmanlık+sivil toplum+siyaset: Yöntem olarak, uzmanlık bilgisi ile sivil toplum örgütleri arasında kurulacak iletişim ve dayanışma ağları, demokrasiyi savunan siyasal aktörleri besleyici, pekiştirici ve eklemleyici işlevler üstlenmeli.

Barış mı, kan mı?

Barış bildirisini onaylayanlara yaşam hakkını çok gören zatın sözleri (Bkz. ‘AKP’li vekil nefret kustu’, Cumhuriyet, 15.11.17), iktidar ve demokrasi arasındaki ayrışmanın somut ve güncel göstergesi. Bu ayrışmada, savcılar ve yargıçlar da sınav veriyor: Barış isteyenleri mi, yoksa onların katledilmesini savunanları mı yargılayacak?