Açık faşizme giden yol

1970’lerin ikinci yarısında Türkiye kapitalizmi dünyayı etkisi altına alan petrol şoklarının etkisiyle krize doğru sürüklenmekteydi. İthal ikamecilik üzerine kurulan kalkınma planlarının da 1960’lı yıllardaki cazibesi kalmamıştı. Türkiye’de sermaye güçleri ve askeri-sivil bürokrasi iktisadi türbülansın alametleri ile yönetim krizinin göstergeleri üzerinden sağ siyaseti emek-sol karşıtı politikalar konusunda teşvik etmeyi sürdürüyordu. Öte yandan 12 Mart travmasını üzerinden atan ve politik özgüvenini yeniden kazanan sosyalist sol sokaktaki varlığını ve gücünü tahkim ediyordu. I. Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti, hem egemen güçlerin taleplerinin karşılanması hem de sağ mobilizasyonun arttırılması bağlamında zorunlu bir birliktelik olarak formüle edilmişti. Fakat I. MC boyunca AP, MSP, MHP ve CGP arasında ekonomi politikalarından sıkıyönetim ilanına birçok başlıkta irili ufaklı çatışmalar yaşandı. Anlaşmazlıkların bir türlü giderilememesi nedeniyle erken seçim gündeme geldi ve 5 Haziran 1977’de seçim yapılmasına karar verildi. Türkiye burjuvazisi genel anlamda siyasi ve iktisadi krize çare olacak bir seçim sonucu beklemekteydi ancak bekledikleri gibi olmadı.

12 Mart sonrasında CHP’nin kabuk değiştirmesinde en büyük paya sahip olan Bülent Ecevit I. MC hükümetine sert eleştiriler yöneltmiş bir lider olarak 1977 seçimleri öncesinde fırtına estirdi. Türkiye’nin sol/sosyalist güçleri, CHP’nin politikalarını tümüyle benimsemese de CHP’yi eleştirmekten çok AP’yi ve onunla hareket eden faşist ve İslamcı gurupları hedef tahtasına koymaktaydı. 1977 seçimi öncesinde AP başta olmak üzere tüm sağ siyaset, “komünizm tehdidi” üzerinden oy ve güç devşirmeyi amaçlıyor ve Ecevit CHP’sini “milli” olmamak ile itham ediyordu. Demirel’in siyasi söyleminin merkezinde CHP’nin komünistleri kolladığı iddiası yer almaktaydı. 1977 seçimleri öncesinde askeri bürokrasiye, sermaye vaatlerde bulunan AP seçimlerde Ecevit’in yükselişini önleyemedi.

CHP 1977 seçimlerinde çok partili hayatta elde ettiği en büyük başarıya ulaştı ve bir azınlık hükümeti kurma girişiminde bulundu. Lakin güvenoyu alamadığı için bu girişim olumlu sonuçlanmadı. Ardından Türkiye tarihinde II. MC olarak bilinen AP-MHP-MSP koalisyonu kuruldu. Ancak I. MC döneminden kalan sorunlar masanın üzerindeydi ve koalisyonun küçük ortakları el yükseltmişti. Güçlerinin ötesinde bakanlık ve kadrolaşma talepleri vardı. MSP 7 Bakanlık, MHP ise 3’ü icracı olan 5 bakanlık elde etti.

1970’lerin ikinci yarısında MHP ve MSP’nin etkinliğini arttırması sağ siyasetin geneli düşünüldüğünde en çok AP’ye zarar vermişti. Bu nedenle Demirel olanca pragmatizmiyle partisini hükümetin lokomotifi yaparak şartları lehine çevirmek istiyordu. I. MC’den ders alan MSP ve MHP pazarlıkta öncesine oranla çok daha sert bir tutum takındı. Sokak egemenliğini kurmak isteyen MHP’liler emniyet içindeki teşkilatlanmalarına dizginsiz bir biçimde devam etmeyi arzuluyordu. MHP’liler ve MSP’liler kilit bakanlıkları ele geçirmek için birbirleriyle kıyasıya rekabete girmişti. Kadrolaşma rekabeti kurumların işleyişini zorluyor, adalete ve kolluk kuvvetlerine güveni azaltıyordu. Ecevit hükümeti zamanında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla görevden alınanların II. MC tarafından göreve iadesi hükümet üzerindeki şaibelerin artmasına yol açıyordu.

II. MC hükümeti açık faşizme giden yolda en önemli kilometre taşı oldu. Birincisi Demirel iktidarda kalmak uğruna emperyalist odaklara ve askeri bürokrasiye taviz üstüne taviz vererek 12 Eylüle giden yolu açtı. İkincisi koalisyonda en kilit parti haline gelen MHP, devrimcilere karşı şiddetin sistematikleştirilmesi için devletin tüm kaynaklarını kullandı. Gecekondu mahalleleri ablukaya alındı, üniversitelerde devrimcilere yönelik saldırılar ve aydınlara yönelen suikastlar arttı. Demirel’i, Türkeş’i ve Erbakan’ı birleştiren anti-komünizm sol görüşlü kamu görevlilerin soruşturmaya, sürgüne ve ihraçlara maruz kalmasına neden oldu. Alevi mahallelerine yönelik saldırılar kitlesel kıyımlara dönüştü. Ve Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarından biri açıldı.
Sermayenin sağ siyasetten beklediği ekonomik çözüm bir türlü gerçekleşmedi. Demirel’in büyük umutlarla kurduğu II. MC’de AP ile MSP ekonomi başlıklarında sık sık karşı karşıya geldi. Sermayenin tek çıkar yol olarak gördüğü IMF reçetelerini takip etmek isteyen AP’ye itiraz koalisyon içinden MSP’den geldi. Her söyleminde milliyetçilik çıkışı yapan Demirel ülkeyi Batı kapitalizmine daha da bağımlı hale getiriyor, kredi kaynaklarının açılması için devalüasyonu göze alıyordu. MSP’nin “ağır sanayi” çıkışları ise sonuçsuz temel atma törenlerinin ötesine geçemiyordu.

Sağ tabanda gerilim
II. MC sağ siyasetin tabanı arasındaki kültürel ve politik akrabalığa fazla güvenmişti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. MSP’liler ile MHP’liler arasındaki rekabet kimi zaman kavgaya dönüştü. Erbakan ve Demirel her fırsatta “koalisyonda sorun yok” dese de MSP ile AP arasındaki tartışma büyüyordu. Demirel MHP’li çetelere kol kanat gererken AP seçmeninin bir kısmından tepki gördü. MHP’liler ise AP’den oy çalma çabasına girişti.

II. MC boyunca yapılan zamlara AP tabanından itiraz sesleri yükseldi. AP’liler arasında “CHP ile koalisyon yapılsa daha iyi olurdu” diyenler dahi çıktı. Aralık 1977’de yapılan yerel seçimlerde tüm baskılara rağmen CHP’nin yükselişinin devam etmesi sağ koalisyonun çatırdamasını hızlandırdı. Demirel hakkında verilen gensoru II. MC’nin sonunu getirdi, hükümet güvensizlik oyuyla düşürüldü.

Bugünün “cumhur ittifakı” denemesiyle benzerlikler gösteren MC denemeleri, Türkiye’nin 12 Eylül askeri diktatörlüğüne gidişine doğrudan katkıda bulundu. Toplumsal barışın bozulmasına neden olduğu gibi ülkenin ilerici-devrimci birikimine karşı saldırıları cezasızlık zırhına büründürdü. Bugün AKP ve MHP arasındaki ittifak da açık faşizmin inşası sürecine yol açacak bir mekanizmayı tetiklemiş durumda.