2023’te toplumda açığa çıkan değişim duygusu siyasetteki kırılmalarla sekteye uğradı. Siyasetin yeni kompozisyonunun halk yararına olması için toplumsal muhalefet süreci iyi yönetmeli.

Türkiye'nin politik gündemini, öncesiyle sonrasıyla 2023 seçimleri belirledi. Aslında iktidar 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’yı kaybederek gerilediğinde takvim hızlanmaya başlamış, Saray rejimi yenilebilir inancı kuvvetlenmiş ve değişim umudu canlanmıştı. 2022’de muhalefetin ortak strateji belirlemeye yönelik turları sıklaşınca artık sandık için gün sayılır olmuştu. Aynı günlerde moral üstünlüğe sahip tarafın muhalefet olduğu yönünde hem entelektüel çevrelerde hem de ilerici demokrat kamuoyunda genel bir kabul vardı. Zira iktidar bloku içerisindeki siyasal çalkantılar, peşi sıra patlak veren skandallar, yüksek enflasyon başta olmak üzere yaşanan derin ekonomik sorunlar mevcut iktidarın ne yaparsa yapsın üstesinden gelemediği meselelerdi. Ayrıca iktidar uluslararası koşullar, kadro ve kaynak kapasitesi açısından da kendi tarihinin dezavantajlı bir noktasındaydı. 

Meclis muhalefetinin ana gövdesini oluşturan “6’lı masa”, CB ve parlamento seçimini kazanarak Saray rejimine son verme hedefiyle yola çıkmıştı. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”in inşası üzerine hemfikir olma hali, siyasi uzlaşmanın temelini oluşturmuştu. Fakat 6’lı masanın bileşenlerinin siyasal ve toplumsal sorunlara bakıştaki farklılığı ve sağ siyasetin ağırlığı, sözü edilen kırılgan uzlaşmanın liberal-muhafazakâr bir bileşkenin ötesinde kurulmasına izin vermedi. Ortaya deyim yerindeyse karnından konuşan, etliye sütlüye dokunmayan bir mutabakat metni çıktı. Aynı durum 6’lı masa liderlerinin buluşmaları sonrasında yayınlanan yazılı açıklamalarda da kendini hissettirdi. Bir süre sonra rutine bağlanan liderler zirvesi, toplumsal ve siyasal bir dinamizm yaratmaktan uzaklaştığı gibi muhalif kesimlerin var olan canlılığını ve devingenliğini de soğurmaya başladı. 

6’lı masanın siyasi mimarı olan CHP yönetimi, masadaki “birliktelik” görüntüsünü toplumsal talepleri dillendirme görevine ve bu taleplerin taşıyıcısı olma iddiasına yeğleyen bir politik çizgi izledi. Sağ siyasetin sınırlarını zorlamak ve kendi ideolojik pozisyonunu çağa uygun anti-emperyalist, kamucu bir yenilenmeye tabi tutmak yerine masadaki güç dengelerini göz etmeyi ve yurttaşa sağ siyasetçinin gözlüğünden bakmayı tercih etti. Bu tercihin hem parti içinde hem de parti dışında seçimi aşan bir maliyet yarattığını fark edemedi ya da etmek istemedi. Neticede CHP’nin başat iddiası kendi genel başkanının (Kılıçdaroğlu’nun) CB adayı olarak belirlenmesi gibi dar bir çerçeveye sıkışıverdi. Akşener’in masadan kalkmasına ve akabinde kamuoyu baskısıyla geri dönmesine yol açan süreç 14-28 Mayıs öncesinde muhalefetin ilk büyük kriziydi. Yumurta kapıya gelinceye kadar genel başkanların aday ismi konuşmamış olmaları halkta muhalefetin havanda su dövdüğü algısını kuvvetlendirdiği gibi İYİP cephesinde de şimdi devamını izlediğimiz yarığın oluşmasına neden oldu. 

14 Mayıs’ta CB seçimi I. tur sonuçları açıklandığında muhalefetin zahiri olan birliktelik manzarası da buharlaşıverdi. Bu kadar sürede bir II. tur stratejisi belirlenmemiş olması yalnızca politik basiretsizlik meselesi değildi aynı zamanda ideolojik netlik sorununun yansımasıydı. Nitekim Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasındaki görüşme trafiği ve seçimlerden sonra detayları ortaya çıkan protokol bunun bir kanıtı olarak tarihe geçti. Yalpalayan muhalefet, inandırıcılığını yitirmeye başladı. 28 Mayıs sonrasında Meclis muhalefeti özelinde önceki haliyle ittifaklar siyaseti artık ömrünü tamamlamıştı. 

Seçimin akabinde siyasal değişim arzu eden yurttaşlar büyük bir hayal kırıklığına uğradı fakat bu toplumsal psikolojinin tek nedeni sandık sonucu değildi, Meclis siyasetinin o sonuçlar karşısındaki tavrı ve kitleleri yalnız bırakması asıl etkendi. Sorumluluğu üstüne almayan ve başarısızlık nedeniyle birbirini suçlayan siyasi kadrolar, toplumun siyasetle bağını büyük ölçüde zedeledi. Siyasi gündeme kayıtsızlık halinin göreli uzun sürmesinde Meclis muhalefetinin yeni koşullara uygun politik mücadele stratejisi önerememesinin azımsanmayacak bir payı var.  

2023 seçimlerinde oluşan parlamento Türkiye yakın tarihinin en sağcı parlamentosu oldu. Bunun kamusal hizmetlere ve toplumsal yaşama yansımalarını da 2023 yılı içerisinde görmeye başladık. İslamcı ve ülkücü grupların kendi ajandalarını toplumun ilerici kesimlerine dayatma çabası bir başka boyuta ulaştı bile. Tüm bunlar yaşanırken İYİP genel merkezinin muhalefetin unsurlarına karşı saldırgan tutumu ve iktidarın sınırlarını çizdiği bir muhalefet tarzına hapsolma eğilimi önümüzdeki dönemdeki demokratlar, sosyalistler ve Kürtler için siyasi mücadelenin çok daha çetin geçeceğini gösteriyor. 

CHP’de lider değişimi ve İYİ Parti’de çözülme yaşanırken Deva ve Gelecek Partilerinde siyasi hedefsizlik, Kürt siyasetinde ise arayışlar gündemde. Ancak 2024 yerel seçimleri, siyasi yapıların sahici ve eleştirel bir değerlendirme yapması aciliyetini ertelemiş gibi görünüyor. İstanbul ve Ankara’da alınacak sonuçların rejimin bundan sonraki adımlarını birinci dereceden etkileyeceği muhakkak. İktidarın bu büyükşehirleri ya da yalnızca İstanbul’u alması durumunda yeni anayasa dahil rejimin geleceğini güvence altına alacak adımlar atması muhtemelken kaybetmesi durumunda 14-28 Mayıs sonrasında oluşan karamsar tablonun muhalefet lehine dağılması olası. Bizler siyasi yapıların net bir röntgenini asıl yerel seçimler sonrasında görebileceğiz. Bir süredir Türkiye siyasetini bekleyen yeni kompozisyon 2024 sonbaharına kadar ete kemiğe bürünecek. Bu kompozisyonun halk yararına olabilmesi, demokratik – ilerici bir potansiyeli içermesi için toplumsal muhalefetin önümüzdeki süreci iyi değerlendirmesi gerekecek.