Madımak’ta 33 can katledildiğinde doğanlar bugün 30 yaşında. Birçok genç insanın şayet Türkiye yakın tarihine meraklı değilse ya da muhalif politik kaynaklardan beslenmiyorsa Sivas Katliamı’na dair bir bilgiye sahip olmadığını düşünebiliriz. Çünkü devlet, İslamcısından Türkçüsüne liberalinden muhafazakârına sağcılarla el ele Madımak’ın üzerine kopkoyu bir şal örttü. Bu planlı mesainin bir tarafında uzun yargılamalar, bir türlü “bulunamayan” firari failler, zamanaşımıyla kapanan dosyalar ya da ihmali olan kamu görevlilerinin hiçbir şey olmamış gibi vakti gelince emekli edilmesi var. Diğer tarafında ise Katliam’ın toplumsal hafızadan silinmesi için sergilenen utanç verici bir kayıtsızlık, bir yok sayma, tam teşekküllü bir unutturma çabası… Hâlbuki her yok sayma, bir başka saldırıya, bir başka katliama giden yolun taşlarını döşüyor. Geçmişe şöyle bir kuşbaşı göz atmak bunu anlamak için yeterli.

21 Haziran – 4 Temmuz 1934’de Trakya’nın birçok bölgesinde aynı anda Yahudilerin iş yerlerini ve evlerini hedef alan saldırılar yaşanmıştı. Bu saldırıların zamanlaması ve örgütlenme şekli sonraki yıllarda tekrarlanacak bir mekaniğe işaret ediyordu. Meclis’te İskân Kanunu’nun kabul edilmesinin hemen ardından önce bölgedeki Yahudi cemaatinin önde gelen isimleri tehdit edildi, sonra Yahudi esnafın boykot edilmesi çağrısı yapıldı. Çanakkale’de ilk saldırıların yaşanmasına müteakip Kırklareli’den Edirne’ye benzer yağma ve dayak hadiseleri yaşandı. Neticede Trakya Yahudilerinin birçoğu evini barkını bırakıp İstanbul’a göç etti, Trakya’da hem mülk transferi hem de demografik bir değişim yaşandı. Olayların ardından etkin bir soruşturma yürütülmediği gibi milliyetçi basında Yahudilerin Müslüman halkı tahrik ettiğini iddia eden yazılar çıktı. Aradan geçen zamanda devlet Trakya olaylarını toplumsal hafızadan sildi. Bugün ne bir anıt var, ne de bir başka hatırlatıcı…

***

Trakya Olayları’nda izlenen yöntem, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul merkez olmak üzere Rumların yaşadığı birçok yerde tekrar etti. Bu sefer iktidarda Demokrat Parti vardı. Hedef de Yahudiler değil Türkiyeli Rumlardı. Kıbrıs meselesinde elini güçlendirmek isteyen devlet, kamuoyunun bu konuda ne kadar “hassas” olduğunu dünyaya kanıtlamak istemişti. Atatürk’ün bir Rum tarafından Selanik’teki evine bomba atıldığı yalan haberi servis edilmesiyle “mekanik” çoktan devreye sokulmuştu. İstanbul’da vazifelendirilen “eylemcilere” çevre illerden taşınanlar da katılınca yağmanın ve saldırıların boyutu büyüdükçe büyüdü. 7 Eylül sabahı manzara öylesine korkunçtu ki pogromu planlayanlar suçu kimin üzerine yıkacağını şaşırdı. Yargılamalardan dişe dokunur bir sonuç çıkmadığı gibi olayların tertiplenmesinde rol oynayanlar yaşamlarına hiçbir şey olmamış gibi devam etti. İstanbul’da 6-7 Eylül Olayları’nda yaşamını yitirenlere dair bir anıt yok, yağmalanan dükkânlara, ibadethanelere, mezarlıklara ilişkin bir bilgi notu da yok. 

Trakya Olayları ve 6-7 Eylül’de hedef gayrimüslimlerdi, 1978 Maraş’ta ise Aleviler. Mekanizma baştan sona aynı şekilde işletildi. Anti-komünist propaganda filmi Güneş Ne Zaman Doğacak’ın gösterildiği sinemaya atılan patlayıcı madde “tetikleyici” olmuştu. Tıpkı “Atamızın Evi Bombalandı” gibi bir tertipti hâlbuki. Sonrasında günlerce devam eden Alevi ve solcu kırımı yaşandı. Yüzlerce ev, işyeri tahrip edildi, Aleviler yerini yurdunu bırakıp göç etmek zorunda kaldı. Faillerin bir kısmı firar etti, bir kısmının cezası azaltıldı, bir kısmı ise 1990’ların başında serbest kaldı. Maraş Katliamı, 12 Eylül’e giden sürecin bir kilometre taşı olarak muhalif tarih yazımında yer alsa da yeni kuşaklara katliamın yarattığı büyük tahribatı anlatan, yüzleşmeye çağıran bir kamusal hatırlatıcılara sahip değiliz.

***

Madımak, Trakya Olayları’ndan Maraş ve Çorum’a uzanan planlı saldırılarla hesaplaşılamadığı için yaşandı. Mağdurların kimliği değişti ama her defasında yinelenen “tahrik” masalı, hedef gösterip tetikçilik yapan matbuat, taşıma kıtalar, olaylara etkin müdahale etmeyen kolluk yerli yerinde durdu. 1993 Sivas’ından da ders alınmadı. Öyle olsa Madımak’ta canını zor kurtaran Aziz Nesin’i katliama zemin hazırlamakla suçlayan köşe yazarları bugün hâlâ ahkâm kesebilir miydi, milletvekili olup Meclis’e girebilir miydi? O gün “kahrolsun laiklik” diyenlerin politik takipçileri bugünün muktediri olabilir miydi?

Her 2 Temmuz’da unutmadık diyoruz, ama unutmayanlar maalesef her geçen gün azalıyor. Çünkü gerçek bir yüzleşme iradesini toplum içerisinde büyütecek bir güce ulaşamıyoruz. Kişisel belleklerde derin izler yaratan katliamları ve saldırıları kolektif hafızamızın temel bir hesaplaşma konusu haline getiremiyoruz. İçimize kapandıkça yakın tarihin benzer olaylarını bütüncül bir perspektiften ele almakta, birbirleriyle ilişkilendirmekte zorlanıyoruz.

Kimi zaman İslamcı kimi zaman Türkçü kimi zaman liberal eşkâle bürünen inkârcı koalisyonu ana akım siyasetçilerin göstermelik anma mesajlarıyla, vazife yerine getirmek edasıyla katıldıkları törenlerle dağıtmak mümkün değil. Toplumsal muhalefet düzen siyasetini zorlamadıkça da mümkün olmayacak.