Seçim öncesinde bir ekonomik darboğaza gidildiğini gösteren çok sayıda emare vardı. İktidar, elindeki tüm araçları kullanarak seçime kadar dövizi baskıladı, vergi artışını erteledi ve Saray tipi bir “seçim ekonomisi” uyguladı. O günlerde bu karanlık manzarayı gören kimi siyaset erbabı, seçimlerde Erdoğan kaybederse yeni iktidarın ekonomide altından kalkamayacağı bir enkaz devralacağını ve kısa zamanda kredisini tüketme riskiyle karşı karşıya kalacağını yazıyordu. Hatta kimileri iktidarı kastederek, ‘yine gelsinler de kendi yarattıkları yıkımla uğraşsınlar’ diye özetlenebilecek yorumlar yapıyordu. Bu akıl yürütme biçimi, muhalefeti destekleyen bazı kanaat önderlerinin dahi düzen muhalefetine gerçekte inanmadığının kanıtı niteliğindeydi.

Seçim sonuçları iktidar lehine netleşince Erdoğan’ın ilk hamlelerini ekonomi yönetimini şekillendirmek için yapması sürpriz değildi. Mehmet Şimşek’in kabineye girmeye “ikna edilmesi”, Saray’ın ekonomideki ana tercihlerinin değiştiğini değil uluslararası finans çevrelerine güvence vermeyi öncelediğinin bir göstergesiydi. Umulan rasyonel zemine döneceğiz diyen Şimşek’in “istikrar” kozunu oynayıp yabancı yatırımcıyı hızla ülkeye çekmesiydi. Geride bıraktığımız kısa zaman zarfında Batılı yatırımcının Türkiye’ye göz kırptığına dair somut bir gelişme yok. Bunun da etkisiyle Şimşek rotasını yine Erdoğan’ın “kurtarıcı müttefiklerine” yani Körfez sermayesine çevirmek zorunda kaldı.

***

Erdoğan, haziran ortasında “Hazine ve Maliye Bakanımızın adımlarını süratle, rahatlıkla Merkez Bankası’yla atmasını kabullendik. Enflasyonu tek haneye düşürme kararlılığımızı bildirdik" demişti. Bu sözleri, politika faizinde büyük artış gelecek ve dövizdeki artış dizginlenecek diye yorumlayanlar ise yanıldıklarını kısa sürede anladı. Zira Türk Lirasının değerini azaltarak ihracatçıyı sevindirme, emek maliyetini düşürerek sermayenin temel beklentisini karşılama üzerine kurulu ana politika değişmemişti. Şimşek’in asıl marifeti, Saray’ın “yerli ve milli” iddiasını muhafaza etmek koşuluyla, IMF’siz IMF politikası uygulayacak olmasındaydı. Nitekim Şimşek hiç vakit kaybetmeden “açı reçete” olarak bildiğimiz politikaları kremaya bulayıp servis etmeye başladı.

Seçimden önce muhalefete akıl hocalığı yapan bazı liberal ekonomistlerin “iktisadi restorasyona” dair yol haritası adım adım uygulanıyor. Tek fark uygulayanın Millet İttifakı değil de iktidar bloku olması. Geçtiğimiz hafta Resmî Gazete’de yayınlanan kararla KDV, yüzde 18 olan ürünlerde yüzde 20’ye, yüzde 8 olanlarda yüzde 10’a çıkarıldı. Çeşitli vergilerde artışlara ek olarak harçlar da yüzde 50’ye yükseldi. Yeni vergilerin yolda olduğu çok açık. İktidar, seçimi kazanmak için harcadığı parayı şimdi seçmenden çıkarıyor. Kamu açıklarını azaltmanın maliyeti zaten zar zor geçinen yurttaşın omuzlarına yükleniyor. Her acı reçete, sabit gelirlilerin ve en çok da düşük gelir gruplarının cebini deler. Alım gücünün düşmesine, temel ihtiyaçların karşılanamaz hale gelmesine neden olur. Şimdi tam da böyle bir döneme girmiş bulunuyoruz.

İktidar sınırsız ve keyfi bir biçimde kamu kaynağı kullananlara, üç-beş yerden maaş alan ya da ihale toplayan partililere, iktidarla organik ilişki halindeki sermaye gruplarına hiç dokunmadan geniş toplumsal kesimlerin kemer sıkmasını istiyor. Çalışanı, emekliyi enflasyona ezdirmeyeceğiz derken hepsini yoksulluğun sınırında eşitliyor. Üstelik tüm bu yoksullaştırma operasyonunda Saray kendi “itibarını” muhafaza etmenin yolunu buluyor. Asgari ücrete, memura zam yapan Erdoğan oluyor; vergi arttıran, harç yükselten ise “ekonomi yönetimi”. Böylece Erdoğan, gerek gördüğünde birkaç görevden almayla faturayı Nebati’lere, Şimşek’lere kesebiliyor.

Muhalefet ise büyük bir aymazlık içinde. 14 Mayıs öncesinde kaplan kesilen muhalif siyasetçiler zam haberlerini, araya eleştirel bir iki ifade serpiştirerek sosyal medya hesaplarından duyurmakla yetiniyor. Daha büyük aymazlık içinde olanlar ise ‘oh olsun’ efektine, ‘Erdoğan’a oy verdiniz size müstahak’ imasına başvuruyor. Bu izansızlıktan istifade eden iktidar acı reçete yazdıklarını birbirine düşürmeye çalışıyor. Trollerin manipülasyonuyla kimileri asıl sorumlu yerine EYT’liye, kimileri memura seyyanen verilen zamma, kimileri asgari ücretteki artışa bileniyor. 

***

Muhalefetin içine düştüğü siyasetsizlik, kabullenilmişlik hissini ve eylemsizliği besliyor. Öyle ki, TÜİK’in enflasyon oranlarını açıkladığı gün tek bir muhalefet lideri TÜİK’in önünde değildi. Kürsü dövenler, grup konuşmalarında mangalda kül bırakmayanlar vekilliğe yeniden kavuşunca sırra kadem bastı. Bırakın emekçi kesimlerle ve toplumsal muhalefetin bileşenleriyle buluşup tartışmayı, vergi artışları ve zamlar sonrasında bir araya gelip basın açıklaması yapmaya bile tenezzül etmiyorlar. Ortada ne bir mücadele kararlılığı var ne de öncülük çabası. Bilâkis kimi yurttaşlar, düzen muhalefetini harekete geçme konusunda sıkıştırıyor, partilere öncülük yapmaya gayret ediyor.

Toplumsal muhalefetin, kendi iç kavgasına gömülmüş muhalefet partilerini bir kenara bırakıp acilen bir mücadele takvimi belirlemesi gerekiyor. Halka siyaseti seçimden seçime sandığa gitmekle özdeş gösterenlerin aksine acı reçeteye itirazı tüm günlük yaşama yayan güçlü bir karşı çıkışa ihtiyacımız var.